Şölenler...

Cuma günü son kez, "Aydınlar Dilekçesi" davasının duruşmasına gidecektik Hüsnü Göksel'in arabasıyla. İçimden, erkendir diye aramıyordum Hüsnü Göksel’i. Sonunda aradım, o:
Saat sekizde çıkalım, dedi, yolda alacaklarımız var, ancak yetişiriz!
Hüsnü Bey, siz Süleyman Bey'in öyküsünü biliyor musunuz?
Bilmiyorum, gelince anlatırsın!
Yola çıkarken anlattım: 1963 seçimleri öncesinde, radyolardan Zincirbozan'a gönderilecekler açıklanıyor, orada bulunacakları saat bile belirtiliyordu. Saat 18.00’de Zincirbozan'da olacaklardı. İyi anımsadım...
Süleyman Bey’in Güniz Sokaktaki evi, içeride bir yas havası. Süleyman Bey düşünceli, Nazmiye Hanım üzüntülü. Evden çıkış saati yaklaşıyor. Seyfi Öztürk yaklaşıyor Süleyman Bey'e:
Beyefendi, diyor, şimdi yola çıkarsak, İnegöl'de bir köfte yersek, tam saat altıda Zincirbozan'da olabiliriz.
Süleyman Bey sfenks gibi suskun, yanıt vermiyor. On beş yirmi dakika sonra, Seyfi Bey yine yaklaşıyor Süleyman Bey’e:
Beyefendi, İnegöl’de köfte yeme olanağımız da kalmadı. Şimdi yola çıkarsak, yüz kilometre hızla gidersek, Zincirbozan’a zamanında ancak yetişebiliriz!..
Süleyman Bey başını kaldırıyor, Seyfi Öztürk’e:
Seyfi Bey diyor zamanında varmazsak bizi içeri almayacaklar mı?
Olay belki tam böyledir, belki de değildir... Hüsnü Göksel, buna çok güldü...
Yani Hüsnü Bey, diyordum, duruşmaya geç varsak almayacaklar mı?
Bir yılı aşkın süredir Mamak’a taşınıyordu çok kişi. Hüsnü Bey'in de ameliyat günü cumalarıydı, duruşma nedeniyle o gün ameliyatını yapamıyordu. Yolda Ferda Bey'i aldık. Ahmet Tahtakılıç ile Suphi Gürsoytrak'ı Selma Göksel arabasına almıştı. Aziz Nesin’i, Tahsin Saraç’ı, Mahmut Tali Öngören’i Yakup Kepenek alacaktı. Haldun Özen başının çaresine bakacaktı.
Usuma, 1983 aralığında kanserden ölen doktor Hadiye Gürbüz geldi. Kendisini tanımazdım, Cumhuriyet okuyordu. Nebahat Çebi'nin arkadaşıydı. Ondan Hadiye Hanım'ın durumunu öğrenir, üzülürdüm. Gittikçe eriyordu. Bir gün, onu tanımak istediğimi, çiçeğimi alıp ona gitmek istediğimi söylemiştim. Şöyle haber göndermişti:
Yazarların çoğunu tanırım. Bir Ekmekçi'yi tanımam. Bildiğim, “Şunun arabasıyla gittim, bunun arabasıyla gittim...” diye yazdığına göre arabası yok!
Ölümünden sonra, onu anmak için yazdığım bir ‘‘Ankara Notları"nda bu sözlerini aktarmıştım. Hüsnü Bey'e:
Eee, dedim, son duruşma artık, kendine bir cezaevi buldun mu?
Senin yaptığın iş tahrik! dedi, moralimi bozuyorsun!
İyisin hadi, iyisin! diyordum. Perşembe günü Hüsnü Göksel şöleni, cuma günü duruşma. O,
Benim gibi şoför bulamazsın! diyordu. Mamak yollarını nasıl geçtiğimizi bilmiyorduk...
Aydınlar Dilekçesi davasının bir yararı da birbirini tanımayan bir çok kişiyi bir araya getirmesi mi olmuştu? Ekin Bilar A. Ş.'nin düzenlediği Hüsnü Göksel gecesinde, Aziz Nesin açış konuşmasını yaparken şöyle demişti, girişte:
Birçok dostumla, ne zaman nerede, hangi koşulda tanışmış olduğumuzu düşünürüm, ama anımsayamam. Sanki o dostlarımla doğumumuzdan beri birlikte yaşamış, birlikte olmuşuzdur. Ama bir dostum var ki, onunla nerede, ne zaman, hangi koşulda tanıştığımızı bugün ayrıntılarıyla anımsıyorum.
Şu ünlü Aydınlar Dilekçesi konusu kafamda dahaca bulutsu bir düşüncedeyken konuyu danışıp söyleşip tartışacağımız arkadaşlar aramaktaydım. Vedat Türkali, konuyu bir de Hüsnü Göksel’le konuşmamızın yararlı olacağını söyledi. Cumhuriyet Gazetesi'nde seyrek çıkan yazılardan adını anımsıyordum. Sertliğini özünde taşıyan, dengeli, mantıklı yazılar.
Vedat Türkali’nin evinde bir öğle yemeğinde buluştuk Hüsnü Göksel'le.
Aydınlar Dilekçesi olayının Türkiye'ye getirdiği büyük yarar artık bugün tartışılmayacak oranda kanıtlanmıştır. Bu toplumsal ve politik yararın yanında bireysel olarak da ben bu olaydan çok büyük bir kazanç sağladım. Dostlar... Aydınlar Dilekçesi aracılığıyla kazandığım dostlarım yaşamımın en büyük övüncüdür. Hüsnü Göksel bu dostlanmın bana onur verenlerinden.
Evet. O'nu nasıl tanıdığımı bütün ayrıntılarıyla anımsıyorum. Aramızda dostluk kurulalı çok olmadı ama, öyle bir yakınlık duydum ki, sanki O'nunla öteki dostlarım gibi çocukluğumuzdan tanışıyormuşuz gibi bir duygu içindeyim.
Salt ben değil, ortak başka dostlarımız da aynı düşüncededir. O'nu dörtdörtlük insan olarak niteliyoruz.
Dörtdörtlük insanların ne yazık ki gittikçe katılaştığı ülkemizde O’ndaki bu olgunluğun bu yetkinliğin nereden geldiğini düşündüm. Kendimce bir iki neden de buldum.
Birincisi şu: Kendi mesleğindeki büyük ustalığıyla doyuma ulaşmış, kendini gösterme çırpınışlarından çoktan arınmış bir kişidir. Genellikle kendi uğraşlarında başarının doruğuna varmış doyumlu kişiler ancak Hüsnü Göksel'in dengeli, mantıklı, ama bildiğinden dönmeyen yetkinliğine ve olgunluğuna ulaşabilirler.
İkinci neden de şu: Uğraşının sınırları içine kendini hapsetmemiş, şiir yazmış, şiir sevmiş, şiiri yaşamış bir kişidir Hüsnü Göksel.
Bir başka neden, bir has aydın olarak Türkiye'nin bütün sorunlarını kendi öz sorunları saymakta oluşudur. Türkiye'nin, halkımızın bütün sorunlarını sırtında taşıyan Türk Atlas'larından biridir Hüsnü Göksel...”
Aziz Nesin'in konuşması daha uzundu. Hüsnü Göksel gecesi görkemliydi. Uğur Mumcu, cumartesi günkü yazısında ne güzel değindi, eline sağlık!
Bu gece için, Savunman Gülçin Çaylıgil İstanbul'dan gelmişti. Ekin Bilar A. Ş.'nin etkinlikleri başarıyla yürüyordu. Hüsnü Göksel, kendi gecesine bilet alarak girmişti.
Mamak girişlerinde arandıktan sonra, duruşma salonuna girdik. Savunmanlar da, dinleyiciler de kalabalık. Girerken, savunman Fatma Çakır;
— Suratınız neden asık? dedi, "somurtunca hüküm değişmez!" demeye getiriyordu...
Savunmanlarımızdan Rona Aybay, taaa Almanya’dan telefon etmiş, "Böbrek ameliyatı oldum. Duruşmada bulunamayacağım, haberin olsunl" demişti.
Salonda çıt yoktu. Yargıç Önyüzbaşı Mehmet Sever’in yüzü neden ağarmış gibiydi? Bana mı öyle geldi? Duruşmada son sözler söylendi. Mehmet Sever, yarım saat ara verdikten sonra kararı açıkladı:
"Sanıklara isnat edilen sıkıyönetim yasaklarına aykırı davranmak suçunun maddi ve manevi unsurları yönünden oluşmaması nedeniyle tüm sanıkların müsnet suçtan beraatlerine, temyizi kabul olmak üzere karar verildi..."
Ayaktaydık. Dinleyici sırasından bir alkış koptu. Alkışlanan yargıçtı... Kapıdaki görevlilerin de yüzleri gülüyordu. Sanki şölen vardı!