Sizde Bize Ne Derler ?

Köylünün biri pazarda dolaşırken, yerde bir çuvaldız bulmuş. Çuvaldız, adı üstünde çuvalı, çulu dikmek için kullanılan kocaman bir iğne. Çuvaldıza, bazı yörelerde “biz” yahut “bız” da denir. Komşu köylüler, bir araya geldiklerinde sorup takılırlar:
— Bizde bize biz derler; sizde bize ne derler?
— Çuvaldız derler abi!
Biz öykümüze gelelim; köylü çuvaldızı bulunca, çok sevinmiş. Ama önce çuvaldızı kimin yitirdiğini bulması gerek. Bağırmış:
— Ben biiiir…. Sonra kendi kendine mırıldanmış:
— Çuvaldız buldum!
Eh, sahip çıkan da yok pazardan uzaklaşıp gitmeyi tasarlamış. Tsa tepelere tırmanmış. Sonra, “pazarda ne yapıyorlar acaba?” diye geri dönüp aşağıya bakmış. Pazardaki kalabalık, gözüne çuvaldız arıyor gibi görünmüş. Hepsi, başlarını yere eğmişler, birşeyler arıyorlar gibi. Kendi kendine söylenmiş, şöyle demiş:
— Kayna gidinin pazarı kayna, çuvaldızı bulan buldu!
“Abdi İpekçi Barış ve Dosttuk Ödülü” düşüncesini ortaya atan, bunun gerçekleşmesini sağlayan Yunanlı, genç mühendisle bu akşam tanışacağım. Dr. Kemal Köseoğlu, Yunanistan'da tanıştığı Andreas Politakis onuruna bu aksam evinde bir yemek verecek. Tanışma toplantısına çağrılınca, sevindim. Andreas Politakis, edebiyata meraklıymış. Yunan ulusal öykü ödülü almış. Yasar Kemal’le dostlukları varmış. Abdi İpekçi’yi de Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesi yolundaki çalışmalarından, Karamanlis’Ie yaptığı görüşmelerden, gazetelerde çıkan haberlerden tanıyormuş. Hiç yüzünü görmemiş. Bir aksam, Pire'de deniz kıyısındaki dairesinin balkonunda otururken, Abdi İpekçi'nin öldürüldüğü haberini vermiş radyo. Çok duygulanmış, şoke olmuş...
Abdi İpekçi barış ve dostluk ödülü düşüncesini atmış ortaya. İzliyorum, iki kez verildi ödül. Daha da tutunmasını, kök salmasını dilerim dostluk ve barış ödülünün...
Giderek, aynı iklimi, aynı denizleri paylaşan iki ülkenin insanları, düşmanlık verine dostluğu, kardeşliği benimserler. Karşılıklı suçlamaların ise, siyasal çıkarlar dışında bir işe yaramadığı ortadadır.
Abdi İpekçi öldürüleli dört yıl oldu. Onu, ölüm yıldönümünde bir “Ankara Notları”nda anmak isterdim; Cumhuriyet kapalıydı anamadım. Toplumumuzda, basınımızda iz bırakıp gitmiş olanları, yıldönümlerinde anma diye kesin bir kural yok. Yeri geldikçe, gerektiğinde anılabilirler de. Bu, belki de daha uzun süre yaşatmak demektir.
Gazetecilikte Abdi İpekçi’den çok şey öğrendim, öyle, yakın filan durmazdık karşılıklı bir yemek bile yediğimizi anımsamıyorum. Bazı huylarını, daha yakın arkadaşlarından duyardım. Çok hoşlandığı bir espriye gülerken, kriz tutarmış…
— Hak hak hak! Kah kah Kah!
Yerlere yatarmış gülmekten; kırılır gider, bir türlü duramazmış..
Oysa, bana nasıl ciddi görünürdü. Gözlerinin güldüğünü sezerdim.
Haberlerin kesinlikle iki yerden denetlenmesini isterdi. Bir haber, birini hafif yaralayıcı, incitici nitelikteyse, hemen not gelirdi:
— Bir de kendisine sorun bakalım, ne diyor?
— Abdi Bey, ne diyecek? Elbette doğru değil diyecek!
— Canım, siz sorun bakalım. Onun diyeceğini de yazarız.
— O zaman, siz bize inanmıyorsunuz!
— Hayır, aksine. İnanıyorum. Ama, bu işin kuralı bu. Sorulacak...
Onun da duygusal davrandığı olmaz mıydı? Olurdu. Bir olayı anımsıyorum. Ankara’ya gelmişti. AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’yla görüşecekti. Fakat, Gümüşpala bir türlü görüşmek istemiyordu. Bana:
— Gümüşpala, Abdi İpekçi'ye demeç vermek istemiyor. Paşa seni sever, bir de sen rica et! dediler. Paşa’yı aradım:
— Görüşmem Ekmekçi, hiçbir gazeteciyle görüşmem. Gazeteciler doğru yazmıyorlar!
— Ama Paşam, Abdi İpekçi başka; ne olur görüşün...
“Peki” dedi Gümüşpala. Birlikte evine gittik. O sordu. Paşa yanıtladı. Bir ara:
— Sizin partinizde gericiler var, diyorlar. Ne diyorsunuz? diye sordu. Paşa:
— Parlamentoda üç-beş kişinin bulunması, koca bir partiye gerici denmesini haklı kılmaz... gibilerden bir yanıt verdi.
Ertesi günü Milllyet’te: “AP'de şu kadar yüz bin gerici var!” gibi bir baslık çıkmaz mı? Meğer Abdi Bey, Gümüşpala'nın yanıtını, aldığı oylara vurmuş; parlamentoda iki yüz kişide beş kişi genci olursa, şu kadar milyonda kaç gerici olur, diye hesap yapıp bulmuş rakamı...
Gümüşpala telefon etti:
— Ben sana söylemedim mi Ekmekçi? diyordu. Abdi İpekçi'ye sordum, “neden böyle yaptınız?” diye...
— Kızdım! dedi. Paşa’nın demeç vermek istemeyişine içerlemişti. O da insandı...