Siyasal Ahlak Örnekleri...

Eski Ağrı milletvekillerinden Halis Öztürk yaşlanmıştı; yıllardır Demokrat Parti'den milletvekilliği yapıyordu. Yakınları takıldılar:
Halis Bey, artık sen köşeye çekilirsin, bundan sonra Meclis'e oğlun girer değil mi? Sen yaşlandın, yoruldun arlık...
Halis Bey, şu karşılığı verdi;
Bir daha mı, Allah göstermesin! Amma Allah canımı alacaksa yine orada alsın!
Bu milletvekilliğinin öyle çekici nesi var, bir türlü anlayamadım.
Anlayamazsın elbet, sen bir kez milletvekili olsan böyle demezsin, diyeceksiniz.
Olmaya gerek yok ki, görüyoruz işte! Dokunulmazlığı var deseniz. Meclis kulisinde adam vurdular. Meclis lojmanları da ortada. Maaşı, yolluğu var, kimine parmak ısırtacak. Kredi alma, bulma kolaylıkları vardır, olmaz olur mu? Ülke için yasalar çıkarma gibi bir güçlüğü var, o da yasa gücünde kararlarla çözümlendi.
Meclis'te gerçekten görevini yapmak isteyen için kolay değil milletvekilliği. Bir de ne güçmüş milletvekillerini seçime götürmek; 1 eylül toplantısında, ANAP’lıların suratlarından düşen nasıl da bin parçaydı.
Hacı TÖ'nün konuşması beklediğim gibiydi, keyifle izledim! Satır arasında yine muhalefete düşmek istemediğini, çekip gideceğini söylemek istedi. Gerçeği geç de olsa anlamış gibiydi. Dönüşü olmayan yolda mıydı? Gülümsemek istiyor, olmuyordu. Az biraz yalvardı; insanın hani:
Hadi hadi ağlama, düşmeyeceksin diyeceği geliyordu. 1987 seçimlerine giderken neler demişti?
Giderim! Ya Side’ye ya Dünya Bankası'na giderim! ANAP'lılar:
Aman bizi bırakıp nerelere gidiyorsun, dediler de kaldı... Hacı TÖ, Cüneyt Arcayürek’e göre konuşmasını yaparken oldukça gergindi. Cüneyt yarın yazılarına başlıyor, okuruz artık...
Hacı TÖ, karşıtlarına, özellikle Süleyman Bey'e dokundurdu durdu. Elinden tutup ona iş veren. Planlama Müsteşarı, Başbakanlık Müsteşarı yapan eski ustası değil miydi? Ona “Ağabey" der, başka şey demezdi. Köprülerin altından çoook sular geçmiş, öküz Ölmüş ortaklık ayrılmıştı. Hacı TÖ, geldiği yerlere "bileğinin gücüyle" geldiğini söylerken Süleyman Bey’in, eski ustasının hakkını yediğini biliyordu, bilmez olur mu hiç? O denli olabilir mi? İktidarda hangi güçle durduğunu, askerlerin yardımıyla oralara geldiğini de unutmuş görünüyordu...
TV'de izleyenler, konuşma başlar başlamaz "Bu bir ayrılış konuşması" demişlerdi içlerinden Ama Hacı TÖ'nün seçim sonuna dek televizyonları bırakma niyetinde olmadığı anlaşılıyordu. Her zaman olduğu gibi eline geçen bu fırsatı da değerlendiriyordu işte.
Hükümet sıralarında oturanlar, özellikle Mesut Bey, donuk durdular, renk vermemeye çalıştılar. ANAP’lıların kimi ise dokunsan ağlayacak durumdaydılar, içlerinden belki de;
Tüh, diyorlardı, kendi ellerimizle idam fermanlarımızı imzaladık!
Gidip gelmemek, gelip görmemek vardı...
Seçimlere giderken ilginç olaylara tanık oluyorduk. Bundan 44 yıl önce geçmiş bir olayı anımsadım. 26 Ocak 1947’de, CHP'nin milletvekillerinden ozan Behçet Kemal Çağlar, bir dilekçe vererek CHP'den istifa eder. Behçet Kemal Çağlar'ın, partisinden istifa ederken yaptığı bir şey daha vardır; o milletvekilliğinden de istifa edip öğretmenliğe döner. Behçet Kemal Çağlar, partide önerilerinin önemsenmediğini, gericiliğe ödün verildiğini ileri sürmektedir. 1946 seçimleri yeni yapılmış, 1950'ye doğru gidilmekledir. Behçet Kemal Çağlar'ın burada verdiği önemli örnek. CHP’nin milletvekilliğinden de istifa etmiş olmasıdır. Siyasal yaşamımızda böyle örneklere kolay rastlanmayacaktır. Behçet Kemal Çağlar, çoklarının yaptığı gibi milletvekilliğinden çekilmeyebilir, dönem sonuna dek bekleyebilirdi. Bunu yapmamıştır. Siyasal ahlakı milletvekilliğinden de istifa etmeyi gerektirmiştir.
Bürokratlar arasında da Balıkesir Valisi Fazlı Güleç, ilginç bir örnek olmuştur. Fazlı Güleç, eski CHP milletvekiliydi, valiliğe atandı; CHP eğilimli bir vali olarak çalıştı. Dürüst seçim yaptırdı. 1950'de CHP seçimleri yitirip DP işbaşına gelince bir dilekçe vererek “Sizinle çalışamam!” deyip görevden bağışlanmasını istedi. Ayrıldı...
SHP’nin Bakırköy Belediye Başkanı Yıldırım Aktuna'nın sergilediği örnek ise hoşgörülemeyecek, çok kötü bir örnektir. SHP’lilerin oylarıyla beş yıl için belediye başkanlığına seçilen bir sağın (doktor) Yıldırım Aktuna, DYP, milletvekilliği hatta bakanlık öneriyor diye pazarlıklara girişebilmiştir Bu, demokrasimizin ne denli yozlaştığını, ne durumlara düştüğünü göstermiyor mu? 1960'lı yıllarda olsaydı, Aktuna’nın seçmenleri, partilileri, ona ne yaparlardı bir düşünsün. 1987 seçimleri öncesinde Nurettin Yılmaz, SHP'de yüz verilmedi diye aşireti için ANAP'a geçti. 12 Eylüllerde işkence gören Nurettin Yılmaz, kendisini görüp de görmezden gelenleri, zorda kaldıklarında da elini sıkmamak için kimi dostlarının nasıl bucak bucak kaçtıklarını görüp üzülüyor muydu dersiniz?
* * *
Yarın Turan Dursun'un öldürülüşünün yıldönümü. Turan Dursun'a sıkılan kurşunlar, laikliğe sıkılmış kurşunlardı. Yarın saat 14.00'te Turan Dursun'un Cebeci gömütlüğünde, anıt-gömütü açılacak. Turan Dursun’un anıt- gömülüne, gömütlüğün üçüncü kapısından girilecek. Parsel No: 17/A A-1 /D.
Turan Dursun'un oğlu Abit anlattı, beş kurşunla vurulup öldürülen Turan Dursun'un nüfus cüzdanının, sağlık karnesinin bile kayıp olduğunu söyledi. Abit Dursun şöyle dedi:
"En son başvuruma savcılık şöyle bir yanıt verdi: ‘'Yapılan soruşturmada emniyet görevlilerinin herhangi bir kusurları söz konusu olmadığı anlaşılmıştır' dediler" diyor. "Nüfus cüzdanı yok, sağlık karnesi yok, Kulleteyn'in ikinci, üçüncü ciltleri bitmişti onlar yok. Senaryo hazırlamıştı, şirket kurma çalışmaları başlamıştı onları almışlardı; daha bizim bilemediğimiz birçok şeyleri almışlar" diye ekliyor...
Turan Dursun öldürülünce yazdığım "Ankara Notları"nda “Turan Dursun'un ölüsü dirisinden güçlüdür!" diye yazmıştım. Haklı çıktım!..