“Her ulus lâyık olduğu yönetime kavuşur” sözünü, Fransız devlet adamı, yazarı, düşünürü Comte De Joseph De Maistre söylemiş; benzeri sözler, birçok kişiye yakıştırılmış, ya da onların olmuş. Joseph De Maistre (1753-1821), soylu bir kişi, kont. Sözün Fransızcası da şöyle; ‘Toute nation a le gouvernement quelle mârite"
Comte De Joseph De Maistre'in, herkesin bildiği bu ünlü sözünü, emekli elçi Sacit Somel buldu kaynaklarından. Somel'in bulduğu yapıtın adı: Stevenson's Book ot Ouotation.
Hz. Muhammet de söylemiş, bir sözünde; “Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz" demiş. Arapçası da: “Kematekunune yuveltune aleyküm”
"Peki, biz bu yönetimlere lâyık mıyız?" diye düşündüğünüz olur mu? Böylesi adaletsiz bir yönetim görülmüş mü? Şu koşullu salıverme yasasının ağırlığı çöktü tutuklu ailelerinin üzerine günlerdir. SHP Anayasa Mahkemesi'ne gidecek, hazırlıklarını yapıyor. Anayasa Mahkemesi, eşitliksizle dolu bu yasayı hallaç pamuğuna çevirebilir. ANAP çoğunluğunun çıkardığı hangi yasa, Anayasa Mahkemesinden dönmedi ki; SHP içinde, kimileri, zaman zaman, partinin Anayasa Mahkemesi’ne gitmesini eleştirir de, “Parti Anayasa Mahkemesi merdivenlerinde yığıldı kaldı!" der. Lâf ola beri gele; Anayasa Mahkemesi’ne gitmek, neden başarısızlık olsun. Anayasa'ya aykırı yasa çıkarmak mı başarı?..
Deneme ustası, Fransız yazan Montaigne (1533-1592) “Yasalar Üstüne", şöyle der:
"Yasalar doğru oldukları için değil yasa oldukları için yürürlükte kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıl dışı bir güçten gelir. Yasa koyanlar da çok kez budala, ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. Nasıl olursa olsunlar, insandırlar sonunda, her yaptıkları şey ister istemez sudan ve değişkendir. Yasalardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?"
Köy Enstitülerini kapatıyorlar, ülkeyi istedikleri gibi yönetebilmek için Köy Enstitülerinin kapatılması, köylünün uyanmaması gerekiyordu da ondan. 17 Nisan, bayramın ikinci günüydü. O gün Köy Enstitüleri'nin kurulduğu gündü, bayramdı. Bir otobüs dolusu, Anıtkabir'e gittik. Atatürk'ün, İnönü'nün gömütlerinde saygı duruşunda bulunduk. M. Rauf İnan, özel deftere şunları yazdı:
“Bütün insanlığın Atatürk’ü, evrensel Atatürk,
Düşman orduları Ankara ilinin sınırlarına yaklaşırken, 1 Mart 1921'de: "... Bu asıl sahibin huzurunda bugün kemali hicap ve ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım..." dediğin köylünün, çocukları için 51 yıl önce bugün yasası çıkarılarak açılan Köy Enstitülerinin ilk yıllarında yetişen -artık torun sahibi, ak saçlı- bizler EĞİT-DER ve EĞİTİM-İŞ'te örgütlenerek bugün minnet duygularımızla sana geldik.
Yazık ki, o Köy Enstitüleri uzun sürmedi; sürseydi, istediğin Türkiye: "... Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en müreffeh memleketleri seviyesine çıkaracağız, milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız...” diyerek, istediğin Türkiye bugün gerçekleşmeye çok yaklaşmış olacaktı.
Yolundan ayrılmayacağımıza, minnet ve şükranlarımızla kesin andımız var.”
Anıtkabir'e gidenler, bir otobüs dolusu, bir avuç kadardık. Ama, ışık Türkiye'nin her yanına yayılmıştı. Her yerde 17 Nisanlar kutlandı. Bugün ülkeyi yönetenler; ülkenin insanlarının bu yönetime lâyık oluşlarına değil, Köy Enstitüleri gibi kuruluşların kapatılışına borçludurlar. Bu kurumlar kapatılmasaydı, düşlerinde görürlerdi yönetimi.
Hüsnü Göksel, ”14 Mart" bayramı dolayısıyla Antalya'ya gitmiş. Gazeteci Güngör Türkeli, bir mektubunda anlatıyor izlenimlerini. Antalya Akdeniz Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Şükran Taçoyla ayaküstü söyleşirlerken anlatmış Bayan Taçoy bir anısını. Toplantı da zaten bir süre önce ölen Prof. Nusret Fişek için yapılıyormuş. Taçoy’un, Nusret Fişek’le ilgili bir anısı şöyle:
Nusret Fişek, yeni sağın (hekim) olarak atandığı Doğu ilçelerinden birinde görev yaparken, özellikle sıtma başta olmak üzere, pek çok salgın sayrılık belirlemiş. Hele sıtma çok yaygınmış. Ancak, kimse sağına gelmiyormuş. Nusret Fişek, niye gelmediklerini araştırmış; meğer sayrılar, sağına değil, hocaya gidiyorlar, muska yazdırıyorlarmış. Nusret Fişek, muska yazan hocaya gitmiş; “Hoca, sen sana gelenleri, muskanı yazdıktan sonra bana gönder, ben de bana gelenleri, muayene ettikten sonra sana göndereyim!" demiş. Hoca, kabul etmiş. Bir süre sonra, muskalı sayrılar gelmeye başlamış. Nusret Fişek, merak etmiş "muskada ne yazıyor?” diye. Bir sayrıya bakarken, muskasını gizlice almış. Sayrı gittikten sonra bakmış Muskada “Sıtma, bu iti tutma!" yazıyormuş...
O günlerden bu güne ne değişti? Nakşibendi şeyhleri, işlerini muskalarla yürütmüyorlar mı? Tanrının ipine sarılıp...
Koşullu salıverme yasası, tam bir fiyasko oldu. Sağcılar, çantalarını alıp, cezaevlerinden çıkarken, solcular; içeride kalıp, onları seyrettiler. Açık görüş de yapamadılar. Yağmur altında Ceyhan'lara, Erzincan'lara, Gaziantep'lere, Bursa'lara, Nazilli'lere, Aydınlara, Bayrampaşa'lara, daha pek çok cezaevine, tutukevine giden ana-babalar, yakınlar, görüşemeden döndüler.
Sıtma, sağcıları tutma, solcuları tut!
21 Nisan 1991, Cumhuriyet