Sinsi Cinayetler (5) TÜBİTAK’ta Kızılcahamam Cuntası mı?

Yurtdışındaki bilgi olimpiyatlarına “dinci" öğrencileri gönderen Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, kısa adıyla TÜBİTAK'ın çalışmaları, Fen liseleri öğrencilerinin dilinde. TÜBİTAK 1963 yılında kuruldu. Yasanın ilk maddesinde, TÜBİTAK’ın amacı şöyle belirtilmişti:
“Türkiye'de müspet bilimler alanında temel ve uygulamalı araştırmaları geliştirmek, tevşik etmek, düzenlemek ve koordine etmek amacıyla, tüzel kişiliği, idari ve mali özerkliği bulunmak ve başbakana bağlı olmak üzere ‘Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu" kurulmuştur..."
Üçüncü maddesinde de, kurumun organları belirleniyor, bunların "Bilim Kurulu", “Danışma Kurulu", “Genel Sekreterlik”, ‘Araştırma Grupları", “Enstitüler ve başla kurumlar" olduğu açıklanıyor. 27 Mayıstan sonra oluşturulan kuruluşlar gibi, bu da büyük umutlarla kuruldu. Uzun yıllar, başarılı çalışmalar yaptı.
1987’de çıkarılan yasa gücünde kararname ile bu kuruluş da amacından uzaklaştırıldı. “Genel Sekreter" yerini “Başkan”a bıraktı. “Bilim Kurulu" deyimi, “Yönetim Kurulu" öterek değiştirildi. Kurumun değişmesi, lafta kalmadı. Orada artık bilim adamı da kalmadı. Prof. Dr. Ayhan Çavdar, 6.7.1989 günü Cumhuriyet’in ikinci sayfasında çıkan “Çökertilen Bir Kurum: TÜBİTAK" başlıklı yazısında özetle şöyle dedi:
”... TÜBİTAK'ta üst karar organı olan Bilim Kurulu’nun safdışı edilmesi ve onun yerini alması öngörülen Yönetim Kurulu'nun da Başbakanlıkta seçimi ve ataması suretiyle oluşturulması TÜBİTAK’ın yönetsel, bilimsel ve mali bağımsızlığını ortadan kaldırmıştır.
... Başkanlıkta dışarıdan görünmeyen ve fakat son derece etkin olduğu anlaşılan danışmanların telkinlerde bulunduğu öteden beri bilinmektedir. Bir tarikat şeyhinin önünde yanağına şiş sokarak şeyhinin gönlünü fetheden tarikat müridi tıp profesörü ve benzeri fahri danışmanlar, objektif olmayan, bağnaz kararların alınmasında çok etkili biçimde rol oynamakta ve böylece araştırma grupları ve sekretaryası, âdeta yetkileri sınırlı, yapılanlara ve yaptırılanlara yeşil ışık yakan birer organ düzeyine indirgenmiş bulunmaktadır. (Yanağına şiş sokan profesörün adı aşağıda açıklanacak. M.E)
Bu duruma göz yummayanlar ya istila etmekte ya da kurum içinde katarak mücadele etmeye çalışmışlarsa da bunda pek de başarılı olamamaktadırlar.
... Ödüllerin dağıtımında da nesnel ölçülerden uzaklaşılmış, inanç gösterişçilerinin çoğunlukta olduğu bir vakıf hastanesi mensuplarına göre düzenlemeler yapılmıştır... Sonuçta TÜBİTAK'ta çağdaş, bilimsel ve atılımcı felsefenin özdeşi olan "Atatürk İlkeleri”nin karşıtı, bağnaz ve gösterişe kaçan dindarlık yanlısı bir zihniyet egemen kılınmaktadır. Bilimsel düşüncenin, bilim dışı tarikatlarla ilgisinin olmaması gerekir..."
TÜBİTAK'ın başında, başkan olarak Prof. Dr. Mehmet Ergin var, Mehmet Ergin, Yozgat eski senatörlerinden MSP’li Süleyman Ergin’in kardeşi mi? Nakşibendi müridi mi? (Hacı TÖ onu neden kolladı?) Mehmet Ergin, daha önceleri TÜBİTAK Mühendislik Araştırma Grubu, kısa adıyla MAG'ın grup yürütme kurulu sekreterliğini yaptı. O görevde bulunduğu sıra bir ara NATO toplantısına gitmişti. Adı, bir uçak bileti usulsüzlüğüne karıştı. (Olayı, Uğur Mumcu 2.9.1987 günlü yazısında yazmıştı) Mehmet Ergin, sözde uçak bileti parasını NATO'dan aldığı gibi, TÜBİTAK’tan da istenmişmiş. (Uğur da nereden bulur, böyle belgeleri?)
Süleyman Ergin de, sık sık TÜBİTAK'ta görülüyor. Eh, kardeştir, gelir. Bazı atamalara karışmasa, geliş gidişine pek kimsenin bir diyeceği yok. Hacettepe Üniversitesi Plastik Cerrahi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Naci Bor'un da, TÜBİTAK'ta etkili olduğu biliniyor. Mehmet Ergin başkanlık görevine başladığında, o da danışmanlığa başlamıştı. Naci Bor, TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü aldı, ödülü aldığı gün, Cumhuriyet'ten Tuncay Özkan, Naci Bor’un bir ayinde, yanağına şiş sokarken çekilmiş fotoğrafını yayımladı. Naci Bor’un “Rufai” tarikatı müridi olduğunu da yazdı mı? (Prof. Ayhan Çavdar'ın yanağına şiş sokan Prof. dediği o muydu?)
Kurumun "Bilim ve Teknik" dergisinin kadrosunda da önemli değişiklikler yapıldı, yazı işleri yöneticiliğine Hüseyin Karakaya getirildi. Onu da çok kişi tutucu biliyordu. Sonra, görevinden alındı. Karakaya, sonra buradan ayrılıp Çevre Mühendisliği'ne geçti. Karayaka'nın görevden alınması, iç hesaplaşma sonucu muydu? Yerine gelen yeni yazı işleri yönetmeni Feyzullah Ak- ben de yabancı değildi, kuruma girmeden önce Naci Borla bir süre çalışmıştı!
TÜBİTAK'ta “Kızılcahamamlılar Cuntası”nın oluşturulduğu yaygın bir söylentidir. Temel Bilimler Araştırma Grubu (TBAG) Grup Yönetme Komitesi Sekreteri Prof. Dr. Nurettin Sonel, Veterinerlik ve Hayvancılık Araştırma Grubu (VHAG) Grup Yürütme Komitesi Sekreteri Prof. Dr. Halil Akçapınar (Üniversite izin vermediği için, kurumdan ayrılmak zorunda kaldı), bir ara kurumda başkan İdari yardımcılığı görevini "vekâleten" yürüten Satın Alma. Müdürü Hidayet Demirhan da Kızılcahamamlıydı. Hidayet Demirhan, idari işler yardımcılığı görevine bakarken, Kızılcahamamlı başka hemşerilerini unutmadı, yakın akrabalarını da. Örneğin, kardeşi İbrahim Demirhan, İş ve işçi Bulma Kurumu'nda 657’ye göre, 17 yıllık odacıydı, kurum basımevine teknisyen diye alındı. Yeğeni de, İş ve İşçi Bulma Kurumu'nda çalışırken basımevine şef olarak geçti. Daha önce basım işlerinde çalışmamışlar mıydı? Ne zararı var? Kime? Kuruma alınanlar, çokluk İş ve İşçi Bulma Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, bir de Azot Sanayiden gelmişlerdi gelenler. Hatta, o sıralar Hidayet Demirhan’ın köyündeki müezzinin ezan okumadan önce, şöyle anons ettiği söylenir:
Bizim Hidayet, TÜBİTAK'ta başkan yardımcısı oldu. İşe girmek isteyenler TÜBİTAK'a gitsinler, görsünler!
***
Deniz Başaran’ı, geçen yıl 3 ağustos günü, dünyamızdan uçurmuştuk. Babası Mehmet Başaran, "Deniz Başarandan Kalanlar"ı, "Hoşça Kal Dünya" adıyla bir yapıtta topladı. Bu yapıtta, Denizin dizeleri de var. "Siz Nasılsınız" şiirinde şöyle demiş: "Bugünlerde ben / kendime ağır geliyorum / yıkıverip acıları / bir köşeye / sevinçler döşeniyorum / yalnızlıkları aralayıp / sevgiler yükleniyorum / siz nasılsınız"
"Bu da Ne" başlıklı şiiri de şöyle:
"Sevdamın bamteline / bastı birisi / canım acıyor
Dağınık ellerini / karmaşık düşüncelere sok / toparlan artık
Acılar yeşertti sevdalarımı / sevgiler büyüttü acılarımı"
Devrek’ten Mustafa Kademoğlu'nun Deniz’in ardından yazdığı şiiri de güzel;
"Ve su yürümeyecek dallara / çiçekler yas tutacak / saygıyla duracak kelebekler...” diyor.