Sinsi Cinayetler: (2) Beyinler Nasıl Yıkanıyor?

Çocukluğumda, camiye gitmeye bayılırdım. Lisede biraz aksadı. Bir gün, ilçenin müftüsü Ahmet Efendi’yle karşılaştım yolda:
Bu cuma gelmeseydin camiye. dedi, senin için "masondur" diye fetva verecektim!
Tüylerim diken diken oldu; doğduğum yerlerden, çocukluğumdan soğudum!
Anlatacağım olay, Ankara'nın Kızılayı'nda geçti. Kocatepe Camisi'ne giden üç sakallı, yolda gidiyorlardı. Yol üstündeki ayakkabı boyacısı çocuğa selam verdiler üçü de.
Selamün aleyküm!
İki metre ilerideki, gazete dağıtıcısı, gördü bunu. Bir şeyi daha gördüm. Sakalılar, kendisinin önünden geçerken selam vermemişlerdi. Arkalarından koştu:
Hocam, dedi, benden önceki çocuğa selam verdiniz. Benim önümden geçerken bana selam vermediniz; neden?
Sakallılardan önde olanı döndü, karşılık verdi:
Çünkü sen, açık-saçık resimler bulunan gazeteleri, dergileri satıyorsun; selama layık değilsin!
Gazele, dergi dağıtıcısı çok üzüldü. Yaşlı-başlı adamdı, üzülmez mi?
Bunları, Türkiye'nin nerelere getirildiğini belirtmek için yazıyorum, somut örnekleriyle.
Perşembe günkü gazetelerin başlıkları, birincisi o gün çıkan, "Sinsi Cinayetler-1’i okşar nitelikteydi. Kimilerinin başlıktan şöyleydi. "Karaçarşaflı gösteri - İslamcı örgülün duruşmasını izlemeye gelenler olay çakardı: 2 yaralı" (Cumhuriyet), "Halkı tahrik etmek için İstanbul'da olay çıkardılar - Kışkırtıcı çarşafa büründü - Her gün çeşitli toplumsal olaylara sahne olan İstanbul ’da, dün de halkın dini duygularını istismar etmek isteyen küçük bir grup, Sultanahmet'te DGM önünde olay çıkardı- 'Allahüekber' yazılı pankart açan ve polisle çatışmaya giren çarşaflı ve sakallı gruptan 25 kişi gözaltına alındı" (Hürriyet); "Ürküten Tablo" (Milliyet) Daha var; hemen hemen birkaçı dışında tümü olaya geniş yer vermişler. "Ankara Notları" da sözcüğün tam anlamıyla "cuk" oturmuş! Polisler, solcu genç kızları, delikanlıları tutup tutup götürdüklerinde, gençlerin yakınları itiraz ederlerdi:
Niçin gözaltına alıyorsunuz, bir suçu yok ki...
Tabii yok, diye yanıtlıyor polis alaylı, biz onu camiden tutup getirdik!
Giderek polisin bir bölüğü de "dincilere" karıştı mı? Sabahları polis karakollarına, parasız "Türk-İslam sentezi"ni savunan gazeteler bırakılıyor, niye ki? Polisler, göstericilere de seyirci mi kalmışlar? Emniyet Müdürü "hacı" olunca, görevli polis ne yapsın?
İstanbul'da, Göztepe'deki fen lisesinde olup bitenleri anlatmayı sürdüreceğim. Fen lisesinde okuyanların, gelecekte Türkiye'nin önemli noktalarına gelecekleri kaçınılmaz, kesin gibidir. Çünkü bunlar, üniversite sınavlarında ilk yüze girebilen çocuklar. Okullar da Türkiye'nin en iyi okullarıdır. Çok sıkı bir eğitim verilir, özellikle fen eğitimi, "öğrenci seçme, yerieştirme"de ilk iki isteklerine kesinlikle girerler, öğrenciler. Avrupa'da düzenlenen 'Matematik Olimpiyatları"na gönderilirler. Geçen yıl, Türkiye İkincisi olan öğrenci, "dinci" öğrencilerdendi. TÜBİTAK da eskiden böyle değildi. O da gerici, “dinci” ağırlıklı çalışmalara mı yöneldi? Olayları yakından bilenlere göre TÜBİTAK elden gitmişti? Önceleri, TÜBİTAK'ın "Bilim ve Teknik” dergisinde, yazarlar köşesinde bilimsel kitaplar tanıtılırdı. Şimdilerde, Türk-İslam sentezine uygun kitaplar mı tanıtılmakta? TÜBİTAK'ın, dünya olimpiyat seçmelerine yollayacağı öğrencilerden ikisi arasında seçme yapacaktı. Kim gitti dersiniz? Sınava gireceği sırada "Bismillahirrahmanirrahim" diyen, duaları dilinden düşürmeyen öğrenci. Onun gibi parlak olan, ancak "dinci" olmayan, namaz ne kılmayan öğrenci gidemedi! Türkiye'nin ünlü bir bilimsel kuruluşunda, bu nasıl olur değil mi? İşte, böyle olur.
Bir öğrenci vardı, fen lisesine ilk geldiğinde kız arkadaşlarıyla konuşur, espriler yapardı. Çocuğun, geldiği yerde toplumsal bir yaşamı yoktu ama, yine de yaşam doluydu. Çocuk, “dinci" öğrencilerce alındı; iki yıl namaz kıldı. Çocuğa, çeşitli "bilgiler" verildi. İyice dinin içine girdi çocuk, ikinci yılda. Beyni yıkanmıştı. Onlarla düşüp kalkmasının nedeni yemek yemek, olanaklardan yararlanmak değildi kuşkusuz; inanıyordu. Yaşamsal düşünce olarak, ilke olarak benimsemişti bunu. Üçüncü sınıfa geldiği zaman, onu yeni bir görev bekliyordu. O da "ağabey" olmuştu! "Şu, şu öğrencileri sen alacak, eğiteceksin!" dendi kendisine. Birkaç tane yeni gelmiş çocuk filan verildi ona. O da artık, onların beyinlerini yıkamaya başladı. Bu öğrenciden artık hayır gelmeyecekti. "Yaşam düşüncesi" olarak benimsemişti dinsel yaşamı. Üniversiteye de gitse, başka yere de gitse, bitmişti artık öğrenci; öyle kalacaktı. Çok ilginçti; fen liselerinde imam-hatipli öğrenci, yok denecek denli azdı. Çünkü onların, ağır olan sınavları kazanıp bu liselere girebilmeleri hemen hemen olanaksızdı. İmam-hatipliler, bir kez "üstün zekâlı” değillerdi. Bir-iki kişi gelebilmişse, ancak gelmişti. Kız öğrenci de azdı. Kızlar, dörtte; beşte bir oranında var, yoktular. Onlar da kazanamadıkları ya da aileleri dışarı göndermek istemediği için azdı kız öğrenci. Fen liseleri, fizikçi, matematikçi yetiştiriyordu. Bilim adamı olacaklardı yani...
Bir öğrenci, Türkiye yedincisi olmuş, ODTÜ'de fizik bölümünü kazanmıştı, öğrenci, tüm dünya üniversitelerine girebilecek yetenekteydi, üstün zekâlıydı. Fen lisesinde günde bir saat uyuyordu. Her gün aşağıya iniyor, odasında açıp Kur'an okuyordu. Başkalarına Kur'an ile ilgili bir şeyler anlatırdı. Kur’anı ezberlediği sanılırdı. Öğrencinin amacı gördüğü eğitime göre en çok insan beyni yıkayabileceği yere mi gelmekti?
İstanbul'daki fen lisesinde, 23 Nisanlar’da eskiden Atatürk'ün özdeyişleri olurdu duvarlarda. Bunlar giderek kaldırıldı, onların yerini, peygamberlerin sözleri alır oldu.
"Sinsi Cinayetler" yazılarından ilki çıkar çıkmaz, geniş yankı yaptı. Adana Fen Lisesi’nde okuyan bir öğrencinin velisi şunları söyledi:
Benim yeğenim de aynı biçimde "takdirle" geçen bir çocuk. Ramazanda okulda, geceleri sahura zorla kaldırmışlar çocuğu. Çocuk, sahura kalkmış, ders çalışmış, tutmamış oruç. Cuma günleri, bir-iki saatlerini boş geçiriyorlar, zorunlu olarak çıkıyor çocuk! Bereket, Adana da kimi aileler, okula baskı yapmışlar da önlemişler okul yöneticilerinin girişimlerini. Eee, Adanalı bu, orada öyle şaka olur mu?