Sınamalar...

Bu aylar, ölüm ayları... dedi arkadaşım, bu ayları atlatmaya bakmalı..

Ozan Özdemir Asaf, atlatamadı. Ağır hastalık günlerinde, «Ankara Notları»nda üstü kapalı değinmiştim.

Söylemişlerdi, ağırdı hastalığı.. Günleri sayılı gibiymiş, öldü işte..

Radyoda. TV'de Özdemir Asaf için bir şeyler duyar mıyım diye bekledim. Değerini, öldükten sonra da bilmediler.. Belki, bundan sonra bilirler!

Hastalandım mı, anam:

— Hay oğlum, ölseydin şimdiye unuturduk seni derdi... Kurtuldun ya. şükret!

Doğa da sınıyor insanı belki...

★★★

«Somut» dergisi, İstanbul'da çıkar. Sahibi, eski milletvekili Necdet Ökmen, yazışma adresi P.K. 14 - Üsküdar, İstanbul.

Ocak 1981 sayısında Sami Karaören’in ilginç bir yazısı var. Önce, Deliktaşlı Ruhsati’nin bir şiirini, sonra Bekir Sıtkı Erdoğan'ın şiirini almış, alt alta koymuş. Ben de öyle yapayım, Sivas'a bağlı Deliktaş köyünden halk ozanı Ruhsati'nin dizelerini aktarayım, şöyle.

«Er kalkan aşıklar menzile yetti / Sen de tedarikini gör yavaş yavaş / Geçti bahar artık hazan erişti / Yağar dört yanına kar yavaş yavaş.

İşe güce varmaz oluyor elim / Başa geleceği söylüyor dilim / Bin yıl yaşar isen ahiri ölüm / Değer musallaya ser yavaş yavaş

Ağuyu kesmeye tırnak gerektir / Ruhsati menzile varmak gerektir / Yola tedarikli çıkmak gerektir / Sar sen de yükünü, sar yavaş yavaş.»

1856 - 1899 yılları arasında yaşamış halk ozanı Deliktaşlı Ruhsati'nin şiirinden sonra, Bekir Sıtkı Erdoğan'ın «Binbir Gece» bir başka adıyla «Hancı» şiirinin dizeleri de şöyle:

«Gurbetten gelmişim yorgunum hancı / Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş... / Aman karanlığı görmesin gözüm! / Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.

Garibim: her taraf bana yabancı, / Dertliyim; çekinme doldur be hancı! / ilk önce kımıldar hafif bir sancı; / Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş...

Bende bir resmi var yarısı yırtık, / On yıldır evimin kapısı örtük! / Garip bir de sarhoş oldu mu artık; bütün sırlarını der yavaş yavaş...

İşte hancı! ben her zaman böyleyim, / Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim / Kaldır artık boş kadehi neyleyim. / Şu bizim hesabı gör yavaş yavaş...»

Sami Karaören o yazısında «Bilinir ki divan yazınımızda benzek (nazire) yazmak geçerli ve değerli bir modadır» dedikten sonra ekliyor:

«... Halk ozanı olmayan bir kişinin, halk şiirinden ve folklordan yararlanması başka, ona öykünmek başka. Birinci yol güçlü bir şairi daha etkin ve özgün kılabilir. İkinci yol ise o şairi öykündüğü ozanın kötü bir kopyacısı durumuna götürür. Bu öykünmeciliğin bir özgünlüğü olamaz. Arı kendi peteğini kendisi yapıp doldurunca eşsizdir bal. Ama, yapma peteği -üstelik aynı arı- doldurunca o balın pek çekiciliği kalmadığını hepimiz biliriz. Hazır kalıbı doldurmak da sanıyorum buna benziyor...»

Sami Karaören yazısını şöyle bitirmiş;

«Sözü yine Ruhsati ile bitirmek istiyorum. Ruhsati, peteğini kendisi yapmış, balını kendisi dermiş, kendi doğası içinde çiçekten çiçeğe konup geçmiş soylu bir arı. Özgün bir ozan.»

Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla, «Atatürk Marşları» bestelendi. Şiirleri de bazı ozanlara ısmarlandı. «Ismarlama şiir yazılamaz!» diyen Cahit Külebi, o kuruldan çekildi. Şiirleri bestelenen ozanlar şunlar. Bekir Sıtkı Erdoğan. Feyzi Halıcı, Coşkun Ertepınar, Şinasi Özdenoğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca...

Şiirler yayınlandı mı, yayınlanmadı mı bilmiyorum. Bir yerde görmedim.

★★★

Abdi İpekçi'yi anlatmak istiyordum bugün aslında. Dün öldürülüşünün yıldönümüydü. Dokuz yıla yakın birlikte çalıştık Bir gün kırdığını anımsamıyorum. Ama sanıyorum en çok Ali Gevgilili'yi severdi. «Durum»ları kaç kez Gevgilili'ye okuduğunu gördüm. Ali de şimdilerde yazmıyor. Gelecek için bazı çalışmalar yapıyor bildiğim kadarıyla...

Abdi İpekçi, basında yeri zor doldurulacak, kişilerdendi. Hemen her çalışmada, her olayı araştırmada aradığım kişi. Etkilemiş demek...

Basınımız da sınav veriyor her gecen gün. İyi, kötü..