Sıdıka Su, Tabutluğu Dolaşıyor!

Bir toplumda insanlık ölmeyegörsün, ondan sonra boşunadır her şey! Kolun kanadın kırılır. Sıdıka Su, hapislik cezasını çekip bitirdiği zaman da öyle miydi? Sıdıka Su'ya:

Mevcutlu olarak göndereceğiz sizi Ankara'ya! demişlerdi. Kendilerine haber salınan Behice Boran'la Nevzat Hatko cezaevine gelirler, Sıdıka Su’yu almak için. Soruyorum:

Onlar çıkmışlar mıydı?

Onlar çok önce çıktılar! 1951 tutuklamasında Behice Hanım çok yatmadı. 4.5-5 ay yattı...

Evet...

Sözü, Sıdıka Su alıyor, anlatıyor:

“Ondan sonra, Behice Hanım, 'Nasıl olur?' filan dedi, 'Emir böyle, mevcutlu gönderilecek' yanıtını verdiler. Yanımda, bir polisle beni Ankara'ya teslim edecekler. O zaman, cumartesi olduğu için de polisler izinli, yok! Onun için pazartesiyi beklemek gerekiyormuş. Behice Hanım dedi ki:

Olmaz böyle şey, ne rezalet! İnsan bu kadar hapiste yatmış: beş yıl! Siz bunu tekrar iki-üç gün hapiste tutacaksınız!

Yok, dediler, biz sizi en yakın karakola göndeririz.

İstanbul’u pek bilmiyorum, ama tahmin ediyorum, Kalamış 'ta oturuyordu. Beni 'mevcutlu' polisle, Behice Hanım’ın evine yakın salaş, böyle bir karakola getirdiler. Dediler ki:

Pazartesine kadar burada kalacaksınız. Pazartesi sizi 'mevcutlu' olarak Ankara’ya göndereceğiz! Behice Hanım:

Olamaz, diyor, ben buradan ayrılmam! Sıdıka Su’yu almadan gitmem. Ne gerekiyorsa, size güvence verebilirim. Kefalet mi istiyorsunuz, ne istiyorsunuz? Pazartesi sabahleyin, size elimle getirip ben teslim edeceğim!

İşte, ben sabah erken çıktığım halde akşama dek karakolda kaldım. Behice Hanım uğraştı, nerelere gitti, nasıl gitti bilemiyorum, akşam üzen Behice Hanım'a teslim ettiler. Ben Behice Hanım’a gittim, cumartesi gecesi, pazar gündüz kaldım. Onlar, beni pazartesi günü teslim ettiler. Şimdi bu arada olanlar: Ruhi ne yapıp yapıp uçakla pazar günü Behice Hanım'a geldi. Biz, o gün birlikte kaldık. Ertesi günü beni I. Şube'ye teslim ettiler, Behice Hanım’la birlikte, bunları çok kısa geçiyorum..."

Bunca eziyetten boğazım kuruyor, sadece Sıdıka Su'ya:

Anladım! diyebiliyorum.

Yani, şöyle çok kısa geçiyorum, şimdi Ruhi de aynı trende birlikte dönelim Ankara'ya istiyor. Yanımda polis olacak. Beni I. Şube'ye bıraktılar. I. Şube'nin ne olduğunu, ama şimdi ondan çok memnunum. Çünkü, o gün I. Şube’nin ne olduğunu, ne kadar hücre olduğunu, tabutluğun ne olduğunu...

Birinci Şube’nin yeri nerede?

Sansaryan Hanı'nda. Sansaryan Hanı’nda benden başka kimse yok; orada beni Ankara’dan “mevcutlu” getiren polisle karşılaştım! Beni görünce dedi ki: "Siz hâlâ buralarda mısınız?", “Yok, dedim, buralardayım tabii, ama burada değildim, Sultanahmet’teydim!" Ve hemen, orada Sansaryan Hanı'nda işkence yapan polisleri sordum. “Rüştü” diye birisi vardı, benim ifademi alan, herkesin bildiği bir ad; “Parmaksız Hamdi" başka bir de “Rüştü" vardı. Rüştü'yü sordum: “Rüştü ne oldu?" diye. Dedi ki: “Rüştü kanser oldu ve öldü!" Hiç unutmuyorum, belki çok yanlış bir şey, ama “Oh olsun!" dedim, aynen böyle, oh olsun!

Evet!

Neyse, o akşama dek, ben böyle birer birer hücrelerin kapılarını açtım, dolaştım. Duvarları okudum. Duvarlardaki yazıları okudum. Ve duvarlardaki yazılarda hep Ruhi'nin dizelerim, türkülerini gördüm. Örneğin birisinde,  “Hangi günü gördük, akşam olmadık!” diyor. Yazmış, böyle kazımış. Kalemle değil de, sanki toplu iğneyle yahut, çiviyle yazılmış. Ve o "tabutluğu" gördüm, o tabutlukta kaldı Ruhi. Tabutlukta kaldığı zaman ben sayrılandım (hastalandım), sağın (doktor) tabutluğun önündeymiş meğerse, konuştuk; onlar da uzun öyküler (hikâyeler) tabii. “Mahsus mahal dedikleri zindanda..." ki, türkü tam o tabutluğun önünde, benimle ilgili bir türküdür o. İşte, böylece akşama dek orada kalmaktan memnun oldum. O Sansaryan Hanı'nın ne olduğunu iyice gezerek gördüm. Şimdi, biliyorsunuz orası boşaltıldı sanıyorum, başka bir şey yapıldı o bina, bilmiyorum şimdi ne yapıldığını. Sonra, akşam bir polis verdiler, Ruhi, ben Ankara 'ya geldik. Beni Ankara 'da I. Şube ye teslim ettiler. Niyazi Bicioğlu'ydu o zaman I. Şube Müdürü, Ruhi dışarıda duruyor tabii. Bir şeyler imzaladım. Ondan sonra, bana “İşte, dediler, sabah akşam imzaya geleceksin, şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın" ve “buyur çık" dediler. Yani, beni böyle “mevcutlu" niye getirdiler? Niye böyle yaptılar? O zaman, böyle şeyler yapıyorlardı, bana bunu yaptılar...

Gâvur eziyeti!

Örneğin Adana'dakilere “Haydi buyurun, demişler, herkes kendi sürgün yerine gitsin!" Bana bunu yaptılar o zaman. Ruhi Su, o gün hemen sürgün yeri Çumra 'ya hareket etti.

Peki, siz nerede kaldınız Ankara'da?

Ankara'da o zaman, ağabeyim Necmi Umut yaşamıyordu, ama yengem vardı, evimiz vardı. Orada kaldım...

Yarın 9 eylül, İzmir’in kurtuluşu. Kutlu olsun!

9 eylül, Yılmaz Güney'in ölümsüzlüğe ulaşmasının da yıldönümü. Kurtuluşu kutlarken, 12 Eylül'lerin öldürmek istediği devrimcileri de sevgiyle anıyorum!

Nilgün Kışlalı'yı geçen yıl 9 eylülde bir trafik cinayetinde yitirmiştik. Onu da anmak istedim. Işıklar içinde yatsınlar.