Hüsnü Göksel gelmişti, pazar sabahı eve; Duygu Aykal’la ilgili bir
"Ankara Notları" yazmayı kuruyordum kafamda. Hüsnü Bey;
Yaaa, dedi, çok üzüldüm, sorma. Onun bende bir iki anısı vardır. Geçen yıl, Amerika'dan dönmüştü. Bana geldi; boynuma sarıldı, fini fini döndürdü beni.
Çok İyiyim, dedi. Onu konuşmayalım. Başka şeylerden konuşalım...
Ben bir göreyim, dedim.
— Gör dedi, ama ben çok iyiyim! Bir anım da; geçmiş yıllardan birinde, bana bir çift bale pabucu armağan etti. Bale pabucu afişi...
Hüsnü Göksel'e, Tan Oral’ın çizgileriyle, yeni çıkan "Uyanın Heey..." adlı yapıttan, Sevgi Soysal’la ilgili bir yazıyı gösterdim. “Okur musun?" dedim.
Sesli okuyayım mı? Sen de dinle...
Yazının adı, "Sevgi Diye Bir Kadın”dı.. Tan Oral’ın çizgisi acıyı örüyordu... Sevgi, Duygu'nun ablasıydı. Şöyle başlıyordu yazı:
“Yazınımızın ustalarından Sevgi Soysal’ın durumu çok kötüymüş. Londra'da bir pansiyonda kahırlarmış eşi Mümtaz Soysal’la. Durumunun ağırlığından olacak, hastaneye almıyorlarmış artık. Suyla dolan ciğerlerinden su aldıklarında azıcık kendine geliyormuş."
Londra’yı telefonla arayıp Mümtazla konuşan İlhami Soysa! anlattı bunları. Günleri sayılıymış Sevgi'nin. Mümtaz, 'Kardeşleri geleceklerse acele etsinler’ demiş İlhami'ye.
İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, İlhami Soysal, Yalçın Doğan oturmuş konuşuyorduk. Üzüntü sözcüklerle anlatılamaz ki. Sevgi Londra'ya gittiğinde umutlu muydu? Açık açık hastalıkla dalga geçişi, moralinin iyi olduğunu gösteriyordu. Bir kokteylde elindeki kadehle, sigarayı birlikte tutamayacak kadar bitkindi.
Ağır hastalığa yakalanmasının asıl nedeninin 12 Mart dönemi olduğu söyleniyor. Verilen cezaları peynir-ekmek gibi yemiş çıkmıştı cezaevlerinden, sürgünlerden. O sıralarda toplatılan 'Yürümek' kitabı, sıkıyönetimde bazı görevlilerce kapış kapış bir seks kitabı gibi okunmuştu. Zaten o dönem toplatılan kitaplardan kendilerine kitaplık kuranları bile anımsarım...
Sevgi’nin gerçekçiliği, olayların üstüne üstüne giden düşünce yapısı, çok etkilemiştir beni. Yiğit kişiydi Sevgi.
Bir arkadaşım, Sevgi’nin gittikçe ağırlaştığını söyleyerek:
Ne dur Sevgi'ye mektup yaz. Bütün arkadaşları yazsın.
İlhami’nin anlattığına göre, telefonda da konuşamıyordu. Mümtaz’ı veriyordu arayanlara.
Üç genç asılmışlardı. Birinin babasını görmüştü yolda.
Mezarları yaptıramadık daha... diye tasalanıyordu baba.
Mezar gerekli değil onlara, dedi Sevgi.
Sevgi’nin iyileşmesini, yine aramıza karışmasını o kadar çok istiyorum ki... İki çocuktan biri iki buçuk, biri bir buçuk yaşlarında daha. İlki Defne, bir barış özlemiyle konmuş adı. İkincisi Funda.. Funda'yla barışın köklü olmasını mı dilemişlerdi.
Sevgi'ye birkaç satır yazarak, ona moral vermek isteyen dostları için, onun Londra’daki adresini yazıyorum..."
Bunları yazmışım 18 Kasım 1976 günlü Cumhuriyette.
"Bilim ve Sanat" Dergisi’nin kasım sayısında, Mümtaz İdil’in Duygu Aykal’la, Sevgi üzerine bir konuşması vardı. “12 Mart Sevgi Soysal’ı bıraktı, ya 12 Eylül…”başlığıylaydı yazı. Burada Duygu, ablası Sevgi:’yi anlatıyordu. Şöyle giriyordu Mümtaz İdil yazısına:
“Gürer Aykal’ın Or-An Sitesi'ndeki evinin kapısını çalıyorum. Duygu Aykal açıyor kapıyı, görüşmek için kendisinden daha önce randevu aldığımı söylüyorum, içeri alıyor. Geniş bir giriş, birkaç basamak ile kocaman salona bağlanıyor. Salonun bir köşesine özenle yerleştirilmiş geniş koltuklara kuruluyoruz. Sağlıksız bir görünümü var Duygu Aykal’ın. Onun da ablasının yakasına yapışan amansa hastalığa tutulduğunu söylemişlerdi daha önce, ama cesaret edip soramıyorum.
Duygu Aykal’a, ablası Sevgi Soysal’la ilgili bir kitap hazırladığımı, kendisinden de özel yaşamı İle ilgili bilgi almak istediğimi söylüyorum. Ablası üzerine bir 'kitap çalışması' için zamanın henüz erken olduğunu söylüyor Duygu Aykal. 'Çünkü' diyor ‘Olayların üzerinden yeterince zaman geçmedi ve yaşıtı olan yazarların çoğu hayatta. Bu nedenle de, nesnel bir değerlendirme yapabilmek çok güç.' Katılıyorum söylediklerine ama kararlı olduğumu da ekliyorum. Anlatıyor:
Sevgi ablamı anlatmak hem çok kolay, hem de güç. Onu anlatırken, ister istemez annemden de söz etmek durumundayım. Keşke annemle konuşabilseydiniz, o benden daha iyi anlatırdı Sevgi'yi. Her ikisi de çevrelerindeki her şeyden kendilerine malzeme çıkarmasını bilirdi örneğin, annemin ailesini kurcalayan, annem ve ailesiyle en çok ilgilenen oydu..."
Mümtaz İdil, son olarak Duygu Aykal'dan Sevgi Soysal’la ilgili bir anısını anlatmasını ister. Duygu şu anısını anlatır:
Çok alıngan bir insandı Sevgi ablam. Dışa dönük tavırlarının altında derin bir duygusallık yatardı… Sevgi’nin duygusallığı, duygularının patlama noktasında ortaya çıkmasına neden oluyordu çoğu kez. Bir karesinde hiç unutmam, sürgünden yani gelmişti. Birlikte bir toplantıya gittik. İlhan Berk de oradaydı. Sevgi'ye çalışmalarının nasıl gittiğini sordu. Sevgi de, yeni bitirdiği 'Yenişehir'de Bir Öğle Vakti' romanından söz etti. Sevgi yazdığı kitaplar konusunda öyle duyguluydu ki, kendisine sorulduğunda, tüm kitabı baştan sona anlatabilirdi. Yine öyle coşkulu biçimde İlhan Berk’e kitabım anlattı. Berk ise ciddiye almadı romanı. Hatta hafiften de dalga geçti. İşte o anda ne olduysa oldu, Sevgi’nin elindeki bardak İlhan Berk’in kafasında patlayıverdi...
Mümtaz İdil, şöyle bitiriyor yazısını:
“12 Mart bir Sevgi Soysal’ı bıraktı hiç olmazsa, diye düşündüm. Or- An sırtlarından Çankaya'ya inerken, ya 12 Eylül..."
Yazı daha uzun, kaçırdıysanız bulup okuyun; Duygu'nun kardeşini anlatışını. Orada Duygu da var, satır aralarında. “Bilim ve Sanat”ın ocak sayısında da, güzel yazılar var. Okuyun “Bilim ve Sanat”ı. Bulamıyorsanız abone olun. Derginin yazışma adresi: Sümer Sokak 36/1-A. Kızılay-Ankara. Fiyatı bin TL. Böyle dergilerin yaşamaları, okurlarının çoğalmasıyla olur. Hele, bu insafsız kâğıt zamlarından sonra...
2 Ocak 1988, Cumhuriyet