ODTÜ. “Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi" emekli öğretim görevlisi Gürbüz Tüfekçi, çok açık konuştu:
-Atatürkçüler Türkiye'de Atatürkçü düşünceye sahip çıkmazlarsa, bir dahaki seçimlerde şeriat Türkiye'ye gelir! dedi.
Gürbüz Tüfekçi, toplumsal insanbilimci (sosyal antropolog) olarak, şeriatçılığın kökenini de anlattı. Turan Dursun’un en yakın arkadaşlarından olan Gürbüz Tüfekçi, dinleyenleri düşündüren, zaman zaman kahkahalarla güldüren konuşmasında, Atatürk devrimlerinin başlangıç noktası olarak “Amasya Bildirgesi"ni aldı. Mustafa Kemal, Amasya Bildirgesi ’yle toplayacağı Sivas Kongresi’nin çağrısını da yapmış, özetle şöyle demişti: (21 Haziran 1919)
Ülkenin bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Merkezi hükümet, itilaf devletlerinin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, yüklenmiş olduğu sorumlulukların gereğini yerine getirememektedir. Ulusun haklı sesini bütün dünyaya duyurmak için, her türlü etki ve denetimden uzak, ulusal bir kurulun oluşturulması şarttır...
Gürbüz Tüfekçi, şeriat düzeniyle yönetilen Osmanlı toplumunda, yöneticilerin 200 yılda yenildikleri savaşların tümünde, kabahatin kadınlara bulunduğunu anlattı:
-Osmanlı, savaşları yitirince, yitirmenin nedenini şeriat kurallarına aykırı olarak, kadınlara tanınmış olan hakların fazlalığından kaynaklandığı düşüncesiyle, onları yasaklamaya gitti; padişahlar önce kadınların kaymakçı dükkanlarına gitmelerini yasakladı; sonra bu yetmedi, bir savaşta daha yenilince, “Kadınlar ayakkabılarına toka takmayacak "denildi, bir savaşta daha yenildiler, “Kadınlar sokağa çıkmayacak!” denildi, bir tanesi “Haftada dört gün çıkacaklar" buyruğunu verdi. En sonunda, “ Kadınlar dar ferace giymeyecekler, dar ferace diken terziler dükkanlarının önünde asılacaktır" denir; ama, çözüm olmaz...
Gürbüz Tüfekçi, Muhammed’in “Bundan sonra erkekler için, kadınlardan (daha) zararlı bir fitne bırakmadım!”, “Her türlü kötülüğün kaynağı kadındır", “Herhangi bir fitne varsa, onun kabahatini kadınlarda aramak gerek" biçimindeki sözlerini anımsatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Şeriat kurallarının bir ülkeyi ayakta tutabilmesi, kadınlara yapılan eza, cefanın bir ülkeyi yükseltmesi olanaksızdır. En son Balkan Savaşı sırasında, savaş yitirilince, okullarda 4444 kez, 'Askerimizi başarılı kıl’ diye bir dua yazdırılır çocuklara. Bilmiyorum o zaman karbon kağıdı var mıydı? (Gülüşmeler) Dedem bana bir ceza vermişti. 'On kez yazacaksın' dedi, ben de beş tane karbon kağıdı koydum! (Gülüşmeler)
Karlofça Barışı’nın (26.1.1699) imzalanacağı binanın eşiğine, kâğıda yazılmış bir duayı yerleştirdiler. 'Buradan geçen Rusların ağızları, dilleri bağlansın!' dediler, hiç de bağlanmadı. Biz de sınava girerken, 'Allahım öğretmenin ağzını bağla’ der, kapıya da iğne batırırdık... (Alkışlar)
Şeriatı ortasından anlatmak çok kolaydır, bu işin bir başı vardır: İnsanlar, dünyada yönetmek, sömürmek, insanların ceplerine ellerini sokabilmek için birtakım kurallar koymuşlar; tarihin başlangıcından ben bu kurallar inançlara dayandırılmış... Sonunda, üretim alanlarını genişletme amacına yönelik olarak, kendi icat ettikten tanrıların gücünü kullanarak, yandaki ülkelerin arazilerine göz dikmişler, toplumları da 'Tanrımız böyle istiyor’ diye aldatmışlar, savaşa götürmek için...
İnsanlar ölümden ölesiye korkarlar. Bu kullanılmıştır, tarihten önceki çağlardan başlayarak. İnsanlar, kadınlardan korkmuşlardır haklı olarak! Haklı olarak diyorum, yani herhangi bir şey usunuza gelmesin. (Kahkahalar) Çünkü, kadınlar doğuruyorlar. Erkekler, yaşamlar boyunca hiçbir şey doğuramamışlardır. (Kahkahalar) Atatürk'ün sözüyle söylüyorum, ‘Dünyada uygar ne varsa, kadınlar tarafından olmuştur. Hepimizi icat eden kadınlardır' diyor. (Alkışlar)
Efendim, kadının usu, insanları her zaman korkutmuştur. Prof. Sina Akşın, ‘Kadınları okutmalı’ dedi. Kadınlar okuyacak olursa, onun yetiştireceği çocuk, özgürlük nedir bilir, eşitlik nedir bilir. Özgürlüğü, eşitliği bilen insanlardan oluşan bir ulus, bağımsızlığına sahip olabilir. (Alkışlar) Bunu engellemenin yolu, kadınları okutmamaktan geçer! Bütün İslam ülkelerinin hepsinde kadınlar, peçe arkasına girmişlerdir. Geçen gün, bir panelde, bir bayan 'Anneannem, 'Siz saçların arasından rüzgarın geçmesinin ne demek olduğunu bilir misiniz?’ dedi, ekledi: Başörtüsü, saçların arasından rüzgarın geçmesini engeller. Başörtüsü düşünmeyi engeller..."
-Başörtüsü, şeriatın damgasıdır. Bu yola girmeye başlamıştır Türkiye...
Gürbüz Tüfekçi'nin konuşması ayrıntılı, uzundu. Konunun ta başına gelerek, Havva'nın Adem'e elmayı yedirmesi olayını anlattı.
-Bu, böyle. Genelde elma denir ama, ayvadır! (Kahkahalar)
Sevgili öğrenciler, can dostlarım!
Şeriat adım adım değil, koşarak geliyor. Gözünüzü açın. Mustafa Kemal, Ankara'da Büyük Millet Meclisi’ni açtıktan beş gün sonra, 29 Nisan 1920'de, 'Hıyaneti Vataniye' yasasını çıkardı. Bu üç kez değiştirildi. 25 Şubat 1925‘te, çıkarılan yasada, ilk maddesinde ‘dini veya kutsal din kurallarını siyasal amaçlar için kulananların' vatan haini sayılacakları belirtilmekteydi. Özal zamanında 163. madde ile birlikte bu da kaldırılmıştır. (Tüfekçi, Hacı TÖ'ye Tözal diyordu, Kenan Bey'e de Kevren!) Bugün artık, dini siyasete alet edecekleri hiçbir zaman 'vatana ihanetle’ suçlayamayacaksınız. Çünkü şeriat kuralları, kendi içinde kendisinin geleceğini güvenceye almıştır...
Gürbüz Tüfekçi’nin konuşmasını dinlerken düşünüyordum:
- Türkiye de dini politikaya alet etmemiş cumhurbaşkanları kimlerdi?
Tüm olup bitenler gözümün önünden geçiyordu sanki, parmaklarımla sayıyordum:
-Atatürk, İnönü, Gürsel, Korutürk...