Uzabilim yükseköğretmeni (tarih profesörü) Sina Akşin'i bilmem hiç dinlediniz mi? Öyle bir anlatı biçimi, Sadun Aren'de de var. İçten, sıcak bir biçem (üslûp).
Geçen hafta pazar günü TÜBİTAK'ta, "Üniversitelerarası Atatürkçü Düşünce Topluluğu"nun düzenlediği açıkoturumda, Şahin Yenişehirlioğlu, Gürbüz Tüfekçi ile birlikte konuşuyorlar. Salon kalabalık ama, gönlüm bu konuşmaların 70-80 kişide kalmasından yana değil. Bu konuşmaları yüzbinler dinlemeliydi. Bunun için yazıyorum. Toplantıyı SBF'li Mehmet Ali Köksal yönetiyor. Sina Akşin anlatıyor. Sürdürüyor konuşmasını:
Şeriatçılar, 'En ağır sanayileri kuracağız.. Tank da yapacağız.. Top da yapacağız!’ filan gibi büyük iddialar taşıyorlar. Mümkün değil. Bir ülke ki, kadınlarını eve kapatsın ve adam olsun, bu mümkün değil! Şimdi yeniden kültür sorununa geliyorum:
Atatürk’ün kalkınma modeli, diyelim bu model, bütünsel, topyekün bir kalkınma modelidir; dolayısıyla burada yollar, fabrikalar, konservatuarların, kadın haklarının, yeni yazının, operanın, ne bileyim ne düşünüyorsanız; üniversitelerin, bilimin, aynı önemde, hatta daha da önemli olarak yeri vardır.
Biliyorsunuz, 1930'da Atatürk, çok partili bir yaşam denemesine girişti. Arkadaşı Fethi Okyar’a, ‘Serbest Fırka'yı kurdurdu. Fakat o fırkaya bütün gericiler, tutucular toplandılar. Ve büyük bir olay oldu, karşı devrim adeta şahlandı o partide. Tabii bunda, bu sırada dünya bunalımının Türkiye'ye yansımasının da önemli etkisi var. Çünkü buğday fiyatları acayip şekilde düşmüştü, sefalet kol geziyordu. Bu ortamda, böyle bir denemeye girişmek çok sakıncalıydı. Nitekim, hemen durum belli oldu, Serbest Fırka kapatıldıktan sonra da 'Menemen Olayı’ oldu biliyorsunuz. Derviş Mehmet, Kubilay’ın başını testere ile kesip bayrak direğinin üstünde gezdirdi. Bunun Atatürk üzerinde nasıl bir şok uyandırdığını tahmin etmek zor değil. Nitekim Atatürk, Menemen Olayı'nın hemen ardından üç ay süren yurt gezilerine başlıyor ve her gittiği yerde insanlarla konuşuyor. Muhakkak ki kafa patlatıyor:
-Nasıl oldu bu iş? Nasıl oldu da, 1930'da böyle bir olay oldu? Yani Serbest Fırka bu şekle büründü? Bir Kubilay, bir Menemen Olayı olabildi?
Bunun için herhalde kafa patlatıyordu ve o geziden sonra yaptığı en önemli iş, Atatürk’ün bu güç soruya bulduğu yanıtı gösteriyor. Arkadaşlar, Atatürk ‘Halkevleri’ni kurdu! Ve ondan sonra, Türkiye'de adım adım bütün büyük merkezlerde halkevleri yapıldı. 4300'den fazla 'Köy Odası’ kuruldu. Bu halkevlerinde ne yapılıyordu? Halkevlerinde tiyatro oynanıyordu; halkevlerinde kitaplıklar vardı, insan orada kitap okuyabiliyordu. Kitap ödünç alınabiliyordu. Burada müzik yapılıyordu. Burada kurslar vardı, burada sinema vardı. Bilimsel çalışmalar, köy çalışmaları, geceler vs. bunlar kültür merkezleriydi. Minyatür merkezleri köy odaları idi.
Başkan - Toparlayın efendim!
-Hay hay! Görüyorsunuz, bunun ilacı, Atatürk’ün kafasındaki o büyük sorunun yanıtı şu: Gericiliğin ilacı kültür, edebiyat, sanat, bilim. Ama, öyle kuru bilim değil, iki kere iki dört bilimi değil! (Süleyman Bey, dikkatli okuyor musunuz? Halkevlerinden, Köy Enstitülerinden hiç söz etmiyorsunuz, neden?) Sosyal bilgileri de kapsayan bilim. Kültur, sanat, edebiyat; bu, gericiliğin ilacı bu! Teşekkür ederim!
Prof. Sina Akşin, sorular bölümünde yöneltilen kimi sorulara karşılıklar verdi. Şöyle:
İkinci Cumhuriyet'le anlatılmak istenen, Atatürk devriminin tam yerleşememesi mi, yoksa değişen dünya değerleri içinde şu anda kurulu olan sistemin yeterli gelmemesi mi?
-Hayır! İkinci Cumhuriyet, Atatürk aleyhtarı bir hareket. Birinci Cumhuriyet'i Atatürk kurduğuna göre, bu farklı bir Cumhuriyet olacak. Besbelli ikinci Cumhuriyetçilerin niyeti, farklı bir "Cumhuriyet" kurmak ve sanıyorum, burada Turgut Özal'a bir "ikinci Atatürk" rolü verilmek isteniyordu ve bu gerçekten Atatürk'ün reddi anlamına geliyordu. Çünkü, Atatürk zaten var. Burada farklı bir şey, farklı bir kuruluş ve en önemli mesele de dönüp dolaşıp galiba "emperyalizm"e geliyor. Yani, Türkiye sınırlarını aşsın, örneğin birtakım sözler anımsatayım size, bunları bileceksiniz, çok kısa bir dönem önce söylenmiş sözlerdir:
-70 milyon olunca ümüğünü sıkacağız! Sözü; "Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi'ne" edebiyatı! (Bu, Süleyman Bey'in miydi?) "Bir koyup yirmi alacağız" sözleri. "Sınırlar tesadüfidir" sözü; dışarıda bütün sınırlar tesadüfidir tabii ki; "Bombalar, ha bu tarata düşmüş, ha o tarafa düşmüş" gibi sözlerle, bir de anımsarsanız, "Yeni Osmanlılık” sözleri çıkmıştı, bunlar "İkinci Cumhuriyet" ile neler anlatılmak istendiğini gösteren işaretler. İhtimal Özal ölmeseydi, bu belki daha belirgin biçimde ortaya konacaktı. Bir başka soru kâğıdında da, dinleyici dört soruyu ardı ardına sormaktaydı. Birinci soru şuydu:
- İmam-hatip liselerindeki artış, Atatürk'ün laiklik ilkesine karsı bir tehdit midir? Neler yapılabilir?
- Evet. İmam-hatip liselerindeki artış tabii ki Atatürk’ün laiklik ilkesine bir tehdittir. İmam-hatip lisesi mezunlarına bir diyeceğim yok. Onlar hasbelkader orda okumuşlardır, ama sistemin kendisi mutlaka kaldırılması gereken bir sistemdir. Çünkü, imam-hatip liseleri meslek lisesi diye kurulmak istenmişti; başka bir deyişle, imam ve hatip yetiştirmek üzere kurulmuştu. Oysa, şimdi alternatif bir eğitim sistemi haline geldi. Yani, bir normal Cumhuriyet'in laik okulları var bir tarafta, öbür tarafta da imam-hatip okulları! Biliyorsunuz sayıları gittikçe artıyor. Türkiye'deki imam-hatip gereksinimiyle hiçbir ilişkisi olmadan böyle çoğalıyorlar ve bu son derece tehlikeli bir durum. Türkiye'de şizofrenik durum yaratıyor. Yani, bir kişilik bölünmesi yaratıyor. Ve açıkçası bir iç savaşın tohumlarını da ekmekte... Durum budur!
***
Mimar mühendislerin Ankara'da Tandoğan alanındaki toplantıları görkemli oldu. Binlerce mimar-mühendis, Türkiye'nin dört bir yanından yağmur, çamur demeden gelip yürüyüşe katıldılar. "Onurlu işe onurlu ücret" diye bağırdılar. Baktım, çoğunun ayakkabıları su alıyordu, tabanı incecikti. Yürekten kutluyorum mühendisleri, mimarları…