Şimdi, bu yazı başlığına bakanlar içlerinden:
—Bu ne biçim tümce, bu ne biçim başlık? Ekmekçi bizimle dalga mı geçiyor? diyecekler, biliyorum. Olayı anlatayım da, öyle karar verin.
Olay, TRT’de geçti. Bir izlencede bir tümce geçiyordu, şöyle: “Sen neden gelmedin?". Biri, tümcedeki “neden" sözcüğünü çizdi, üstüne Osmanlıca karşılığı olan “sebep" sözcüğünü yazdı. Tümce oldu, "Sen sebep gelmedin?” Bu uzun süre, TRT'nin kulislerinde konuşuldu...
Ömer Asım Aksoy, üzerinde tartışmalar çıkan, dağıtımı da durdurulan “İmla Kılavuzu” ile ilgili bir dizi yazı hazırladı. Ömer Asım Bey’in yazısının başlığı, “Dağdan Bir Aslan Doğurması Beklenirdi" biçiminde. Ömer Asım Aksoy'un saptadığına göre, TRT’de şimdiye dek yasaklanan 205 sözcükle öbür tüm yasaklananlar, “İmla Kılavuzu’na” alınmış. Ömer Asım Aksoy, yasaklanıp da kılavuza alınanların listesini de veriyor: "Binaenaleyh yasaklar da kalkmış oluyor!" diyor...
* * *
Pazartesi günü çıkan "Halk Susar, Ozan Konuşur..." başlıklı "Ankara Notları”nın sonunda, beyin kanamasından ölen Prof. Necdet Özdemir’in DDY Meslek Lisesi'nde okuduğunu, “hareket memurluğu" yaptığını da yazmıştım. Ben geç gittiğim için görmedim. Ulaştırma eski bakanlarından Ferda Güley de, Maltepe Camisi avlusundaymış. "Bir eski ulaştırma bakanı olarak, eski bir hareket memurunun cenazesinde bulunmamalıyım!” demiş, yazıyı okur okumaz da gitmiş. Ferda Bey, bir şey daha yapmış; Banş Derneği Davası sanıklarından altısı salıverilince, Reha İsvan'a, İstanbul telefon rehberinden bulduğu adresine şu telgrafı çekmiş:
“Sayın Reha İsvan, Levent Caddesi 23, Levent-İstanbul,
Üç yıl bir ay sonra saçları ağarmış olarak, ‘Ben zindanımda özgürüm; çünkü özgürlük mekânla sınırlı değildir, özgürlük bilinçle ilgili bir şeydir; sizden tahliyemi değil, adalet istiyorum' sözlerinin yürekli sahibi olmanın imrendirici tarihsel onuru ile dönen büyük bir kadının önünde saygıyla eğiliyoruz. –Ferda Güley-
Süleyman Bey’in eski yardımcılarından Ekrem Ceyhun, harıl harıl Ahmet İsvan’ın telefonuyla adresini arıyordu. “Beyefendi istiyor" diyordu. Ahmet İsvan’ın İstanbul'daki 1680908 numaralı telefonunu çevirenler, şu teyp kaydı ile karşılaşıyorlardı:
Alo, telefonu açan bir aygıttır. Biz evde yokuz. Lütfen ti sesini bekleyip, kendinizi tanıtınız. Ve mesajınızı bırakınız. Üç dakika süreniz vardır. İlk fırsatta sizi arayacağım. Teşekkür ederim...
Süleyman Bey, İsvan’ı arayıp konuşmuş ya da telgraf çekmiş miydi? Ekrem Ceyhun'u arayıp sordum. Bilgi vereceğini söyledi. Çok geçmedi, Süleyman Bey aradı, şöyle dedi:
Ben Süleyman DemireI, hep sen beni arayacak değilsin ya. Ben de seni aradım işte! Telgraf çekip çekmediğimi sormuşsun, çektim. Ben haksızlıkların karşısındayım. Haksızlığın kime yapıldığı benim için önemli değildir. Benim tavrım haksızlığın karşısında ve şartsızdır. Eğer bir ülkede insanlar, beş sene hapishanede tutuluyor ve cezası neyse verilmiyorsa, bu benim vicdanımı rahatsız eder. Hiç kimse alınmasın, adaletin tevzi edilmeyişi en büyük adaletsizliktir. Tevzi, eninde sonunda olur da, önemli olan süratle tevziidir, makul bir süre içinde tevziidir...
Şimdi, eğer kişinin bir suçu varsa "Suçu kaldırın" diyen yok. “Cezası neyse onu verin" diyoruz. Bu adalete müdahale de değildir. Bir vicdanın sesidir. Ben bunu 25 senedir söylüyorum ve “Türk Devleti mutlaka adaleti tevzi edebilmelidir" diye çeşitli zamanlarda yapılmış konuşmalarım vardır; hükümet programlarında bunlar vardır.
Bir ay kadar önce, bir arkadaşınızın bana sorduğu soruya ben, "Bu davaya muhatap olan kişilerin tutuklu bulunmasından duyduğum üzüntüyü" belirttim; “Üç seneyi aşan bir süre tutukluluk, bana dokunan bir şeydi. Hak ve hürriyetlerden mahrumiyetin ne demek olduğunu ben biliyorum. Mahkeme yine devam edebilir, ama dışardan devam edebilir. Bu kişilerin evlerine, yuvalarına kavuşmalarından sevinç duyarım" dedim. Benim bu beyanım, birtakım istismarlara da sebep oldu. Ben bu istismarlardan falan korkmam. Ben hak ve hakikatin peşindeyim..
Şimdi, 2-3 gün evvel bu tahliyeler olunca sevindim. Tahliye edilen kişiler arasında Sayın İsvan'ın eşi Ahmet İsvan’ı yakından tanırım. Bir büyük şehrin belediye reisliğini yapmıştır bizim hükümet olduğumuz zaman. Kendisini telefonla aradım, “Geçmiş olsun” demek için, ulaşamadım. Dün (çarşamba) telgraf çektim, kendisine; “Size telefonlar ulaşamadım. Sayın eşinize ve size geçmiş olsun diyorum” dedim. Daha sonra, telgraf çektikten sonra, telefon numarasını buldum; aradım. Sayın Reha İsvan telefona çıktı, akşam üzeri oldu bu, dün akşam üzeri, kendisine “Geçmiş olsun" dedim...
Şimdi benim vicdani kanaatim şudur ki, suçluyu, suçsuzu mahkemeler ayırt etsin. Eder de zaten. İnsanların başına, kim olursa olsun, onları hürriyetlerinden mahrum veya şu veya bu şekilde sıkıntılarına sebep olan kötülükler gelirse ben buna üzülürüm. Kimin başına kötülük gelirse üzülürüm. İşte bu kadar...
Süleyman Bey, sözlerini bağladıktan sonra takıldı:
Sen Milli Gazeteye bak, dedi, seni de kara listeye almışlar!
İsvanlar, telefon, telgraf yağmuruna tutulmuşlardı. Ahmet İsvan'ın teyp bandında belirttiği telefonun olduğu yerde kalorifer olmadığı için, oğlunun evine taşınmak zorunda kalmışlardı.
Bülent Ecevit’de, gönderdiği telgrafta ‘geçmiş olsun" dileklerini bildirdi...
22 Şubat 1986, Cumhuriyet