Seçim Her Şey Değil!

Atatürk 10 Kasım da ölünce, 11 Kasım da Meclis, Cumhurbaşkanlığı’na İsmet İnönü'yü seçti. Meclis’ten Pembe Köşk’e kendi evine dönen İsmet İnönü, annesi Bayan Çevriye Temelli'nin odasına girip, elini öptükten sonra, şöyle der:
Çok ağır bir vazife aldım üstüme. Ama Türk milletini kendi kendini idare etmeye alıştıracağım...
Haldun Derin'in “Tarih Vakfı" yayınları arasında çıkan. "Çankaya Özel Kalemini Anımsarken” adlı yapıtının, bu sözlerin geçtiği bölümünün adı “Kral öldü, Yaşasın Kral"dır. Haldun Derin, bunu, İnönü'nün özel sağını Zeki Hakkı Pamir'den dinlemiştir (S. 141).
İsmet Paşa, Türk halkını kendi kendini yönetmeye alıştırabildi mi?
Melih Cevdet Anday, 6 Ekim Cuma günkü yazısında, bir yerde şöyle diyordu:
"1950 seçimlerinde CHP'nin uğradığı büyük yenilgiden sonra, parti merkezi öylesine tenhalaşmış ki, İsmet Paşa gittiğinde ancak bir iki partili bulabiliyormuş orada. Onlar da:
Paşam, şimdi ne yapacağız? Ne yapmamız gerekir? diye soruyorlarmış.
Bir gün Paşa, bu partili arkadaşlarından birine,
Ne dersin, demokrasiye yüzyılda alışır mıyız? sorusunu yöneltmiş.
Peki, karşısındaki ne demiş?
Onu bilmiyorum, ama çok şaşırmıştır sanırım:
Bakın siz, diye düşünmüştür, bugün ne durumda olduğumuza aldırmıyor da, yüzyıl sonrasını düşünüyor!
Öyledir, yüzyıl sonrasını düşünmeyen bugünü hiç düşünemez. Tarih bilinci olmayan gününü yaşayamaz. Aydınlanmış insan, nerede bulunduğunu bilen insandır.
Uygar insan, geçici olduğunu bilen, gününü zaman içinde değerlendirebilen insandır…"
Cumartesi günü ÇGD'nin "Basında Kavga" konulu bir açıkoturumu vardı. İncelik gösterip toplantıya konuşmacı olarak. Nezih Demirkent, Orhan Koloğlu ve Korkmaz Alemdar katıldılar. Ben, bir sunuş konuşması yaptıktan sonra şöyle dedim:
Açıkoturum yöneticisiz olacak, konuşmacılar kendi kendilerini yönetecekler. Gazeteciler, kendi kendilerini yönetemezlerse, halk kendi kendini nasıl yönetecek?
Konuşmamı kimileri bir çeşit “antikalık" diye nitelendirmişlerdi. Korkmaz Alemdar da:
Ekmekçi, ÇGD başkanlığına adaylığını koymayacak. ÇGD başkansız nasıl yönetilecek, göreceğiz! dedi.
Açıkoturum çok güzel oldu. Demek olabiliyormuş...
Yıllardır Hollanda'da çalışan, arada bir Türkiye'ye gelen eğitimci Ali Kaymak'la, 24 Aralık seçimlerini, Anayasa Mahkemesi kararlarını, basında çıkan tartışmaları konuşuyoruz. “Dışarıda nasıl bu işler?" Onu öğrenmek istiyorum. Ali Kaymak şöyle diyor:
Üç-beş gündür Türkiye'deyim. Görüyorum ki kamuoyu, çok yaygın söyleyişle "medya" seçimle ilgili. Oysa seçim her şey değildir, örgütlü bir toplum olsa Türkiye, sadece seçimlere dizinlenmiş (endekslenmiş) olarak konuşmaz. Sadece seçimlere bağlanmış olarak gündemi belirlemez. Seçim, demokratik yaşamın öğelerinden biridir, her şey değildir. Eğer ülke örgütlenmiş olsaydı, bir dolu sorunlar yerel yönetimlerde, sivil toplum örgütleri kanalıyla çözülebilmiş olsaydı, hiçbir biçimde böyle bir şey konuşulmazdı. Ve her şey seçimlere endekslenmezdi.
Peki, bu neden böyle oluyor Türkiye’de?
Bu şuradan kaynaklanıyor: Merkezi otoritenin, merkezi hükümetin, devletin olanaklarını elinde toplayıp, bunu dağıtan bir merkezi güç olarak durmasıdır ki, bu demokrasinin önünde büyük engeldir. Türkiye, hızla bu yapılanmadan çıkmalıdır. Yapılacak iş, bireyin alabildiğine özgürleşmesi, toplumun alabildiğine örgütlenmesi, devletin demokratikleşmesidir.
Hollanda'da nasıl oluyor seçimler?
Hollanda'da seçimler hafta içinde olur, herkes işinde gücündedir. Sokak sokak bağırıp çağırmalar yoktur. Büyük mitingler, toplantılar da olmaz. Herkes günlük yaşamını sürdürürken, gider oyunu da kullanır. Ve kendini yönetecekten seçer. Ama, kendini yönetecek olanlar, parlamentodan ibaret değildir. Parlamento her şey değildir.
Türkiye'nin sorunlarına nasıl bakıyorsun?
Türkiye'nin sorunu ciddi sorundur. Birincisi, seçimlere bu denli bağlanmış bir toplum örgütlenmemiştir. Parti yapısı demokratikleşmemiştir. Devlet demokratikleşmemiştir. Birey, birey olarak, özgür olarak kendi varlığını gösterememiştir.
Partiler demokratik değil, dedin?
Bir parti liderinin ağzından işler belirleniyor, öyle görünüyor. Batı da olan parti liderlerinin belirlemesi biçiminde değil işleri; kişiler partilere üye olurlar, partiler onları belli alanlarda görevlendirir. Nasıl görevlendirilir, dersen, örneğin devlet memurudur, belediyede, toplumun herhangi bir kesiminde çalışandır; orada kendini gösteren, işlevli olan, iş yapan, başarılı olan, toplumla bağını geliştiren ve topluma birşey katan parti içinde ilerler. Ve parti içinde alacağı yer, topluma yaptığı katkı ile doğru orantılıdır. Hiçbir zaman, gökten zembille iner gibi, herhangi bir partinin içine, herhangi bir yerden binleri gelmez. Toplumun içinden insanlar partili yaşamla birlikte, yürürken, kimler toplumda ne denli işlevli oluyorlarsa, parti içinde de onunla orantılı olarak, kişiler yerlerini alırlar. O bakımdan seçimlerin Türkiye 'de böylesine önem kazanması, aynı zamanda parti yapılarının demokratik olmayışından, ekip çalışmasının geliştirilmemesinden kaynaklanıyor...
Ali Kaymak'la söyleşimiz daha uzundu, burada kesiyorum.
Anayasa Mahkemesi de, Türkiye'de seçim sistemleri konusunda çelişkili kararlar mı vermişti? 1968'de başka, 1987'de başka... Halk yığınları, verdiği oy yerini bulmayan insanlar ne yapacaklar? Laf kalabalığıyla göz boyamaya kalkanlar, gerçekleri ne zaman görecekler? Sistemin en doğrusu “Ulusal Artık" (Milli Bakiye).