Seçim Günü Fıkraları...

Bugün seçim var; seçimleri etkileyici yazı yazmak yok. Ben de fıkra anlatayım diye düşündüm. Fıkralardan ilkini, Almanya'dan Türkiye'ye seçimleri izlemek İçin gelen Dursun Atılgan anlattı. Dursun Atılgan, elektrik mühendisi, Düsseldorf’a bağlı Manheim Kent Meclisi Kültür Komisyonu üyesi; aynca Almanya'da Hilden Türk-Alman Dostluk Derneği yönetim kurulu üyeliğini de yapmakta. Federal Almanya Cumhurbaşkanı Richard Von Weizsaecker’in yakın dostu denebilecek denli, ilişkileri olan bir kişi. Weizsaecker, Dursun Atılgan’ı iki kez kabul ederek görüştü. Weizsaecker’in "örnek yabancı" olarak kabul ettiği Dursun Atılgan, oradaki 15 milyon Türkü de temsil etti. Atılgan, oradaki Sosyal Demokrat Partinin de üyesi. Atılgan, evli. İki kızı var. İkisi de Köln Üniversitesi'nde okuyor. Atılgan, emekli elçi Sacit Somel’in, Uğur Mumcu'nun da yakın dostu. Şimdi anlattığı fıkraya geleyim:
Federal Alman Şansölyesi (Başbakanı) Helmut Kohl, François Mitterand’ın çağrılısı olarak Fransa'ya gidecektir. Şansölye, Fransız sınırına geldiğinde, sınır görevlisi Kohl'dan pasaportunu sorar. Aralarında şu konuşma geçer;
Beyefendi, lütfen kimlik kartınız?
Maalesef, unutmuşum!
Efendim, kimlik kartınız olmadan sizi Fransa'ya sokamam!
Nasıl olur efendim, ben Federal Almanya Şansölyei Helmut Kohl’um. Sizin Cumhurbaşkanınız François Mitterrand çağırdı, ona gidiyorum. İnanmazsanız sorun kendisine...
Efendim, ban sizin şansölye olduğunuzu nereden bileyim? Buradan geçen herkes kimlik kartını (pasaportunu) göstermek zorundadır. Biz, herkese eşit işlem yaparız...
O halde, ne yapmam gerek? Geri, ülkeme mi döneyim?
Sınır görevlisi biraz düşünür, şöyle der;
Beyefendi, birkaç yıl önce Helmut Schmidt de buradan geçti. Kendisinin pasaportu yoktu. Sorduk, "Peki, sizin Helmut Schmidt olduğunuzu nereden anlayabiliriz?” diye. O da dedi ki: "Ben piyano çalarım. Bunu herkes bilir, isterseniz size bir parça çalayım, kendimin Helmut Schmidt olduğumu kanıtlayayım!” Böyle dedi, gerçekten de konukevimizde piyano vardı; Schmidt, piyanonun başına oturdu; Schubert’ten bir parça çaldı. Biz de onun Helmut Schmidt olduğunu anladık, Fransa'ya girmesine izin verdik. Federal Almanya'nın eski Cumhurbaşkanlarından Walter Scheel de pasaportsuz olarak geldiğinde, onun da Walter Scheel olduğunu kanıtlamasını istedik. O da, iyi şarkı söylediğini bildirdi. Bize, "Hoch auf dem gelben wagen" (Sarı arabanın üstünde) şarkısını söyledi. Biz de kendisinin Walter Scheel olduğunu anlayarak, geçişine izin vermiştik. Şimdi söyleyin bakalım, Helmut Kohl olduğunuzu nasıl kanmayabilirsiniz? Sizin de, Schmidt gibi, Scheel gibi bir yeteneğiniz var mı?
(Helmut Kohl, birkaç saniye düşündükten sonra)
Vallahi, der, ben hiçbir şey bilmiyorum!
Sınır görevlisi o zaman;
Hah, der, tamam beyefendi! Siz hiçbir şey bilmediğinize göre, Federal Almanya Şansölyesi Helmut Kohl’sunuz. Buyurun geçin!
(Fıkrada geçen. “Sarı arabanın üstünde" şarkısı, Almanya'daki Hür Demokrat Parti’yi de simgeliyor. Sarı renk, partinin rengi, Walter Scheel de Hür Demokrat Parti’nin üyesi).

Ali Yüce’den mektup aldım. Ali Yüce, Ankara'da barınamayıp Antakya'ya göçtü. Adresi, P.K. 129 Antakya/Hatay. Şöyle diyor mektubunda:
"Sevgili Ekmekçi,
Ancak iki buçuk ay sonra yazabiliyorum. Göç sarsıntısından m? Büyük kentten kaçıp Antakya’ya geldikten sonra, buranın da kentleştiğini görüp şaşırmaktan mı? Burada bıraktığım dostların ortadan yok okluklarını görüp sıla diye geldiğim yerin gurbet gibi görünmesinden mi? Belki bunlar da var, ama en çok Ekmekçi’ye yazmakta güçlük çektiğimden, oltama senin seveceğin bir şeyin takılmayışından yazmakta geciktim doğrusu...
Şimdi ben sana ne yazayım bilmem ki? Önce aklımda kalan bir soruyu sorayım: Domuz eti yedin mi Avrupa’da? Besmele ile mi, besmelesiz mi yedin? Ben değil, okurların soruyor bunu. ‘Yazı asistanlığı' yapmam için beni zorluyorlar. 'Ne bu? diyorlar, hep domuzculuk yapıyor! Biraz maymunculuk yapsa ya!’ Sevgili öğrencim, İnşaat mühendisi Şefik Büyükâşık anlattı; ben dinledim, ilginç buldum. Sana da aktarayım, belki ‘domuzculuğu' bırakıp 'maymuncu' olursun, ne bileyim? Olay Arabistan'da geçer (Aman Başaran duymasın!)
Dubai yakınlarında Ebhe kasabası varmış. Burası ormanlık ve yaylalık bir yer. Yani, çöl filan değil. İbrahim adında biri nar yetiştirmeye çok meraklı. Nar bahçesi var, çok güzel narları var. Ancak, maymunlarla başı dertte. Ebhe ormanlarında da çok maymun var. Bir de nar düşkünü keratalar, sorma. İbrahim gece gündüz bekliyor, yedirmiyor narları. Bir gece İbrahim uyuduktan sonra, maymunun biri bahçeye girip nar çalıyor; İbrahim uyanıveriyor ve maymunu suçüstü yakalıyor. Bir güzel sopa çekiyor ona. Maymunun kolu kırılıyor. İbrahim, bununla da yetinmeyip maymunu hapsediyor. Üzerine kapıyı kilitleyip kasabaya iniyor. İbrahim'in komşusu, maymunun sızlanmalarına dayanamayıp kapıyı açıyor, onu salıveriyor. Maymun uzaklaşırken İbrahim geliyor, maymunun kaçtığını görüyor. Maymun bir elinin beş parmağının uçlarını birleştirip havada sallayarak, 'Sana gösteririm!’ diyor. İbrahim gülüp geçiyor.
Kolu kırık maymun doooğru ormana gidiyor, ormandaki bütün maymunları toplayıp İbrahim’in evine saldırı düzenliyor. İki-üç yüz maymun, düşün bir kez. İbrahim’i evde bulamıyorlar, oğluna rastlıyorlar. Oğluna hiç dokunmuyorlar. Doğru bahçeye gidiyorlar. Nar ağaçlarının kimini kökünden koparıyorlar, kiminin dallarını koparıyorlar. Narların yediklerini yiyip yemediklerini sağa sola atıyorlar. Anlayacağın nar bahçesini harabeye çevirdikten sonra ormana dönüyorlar, öykünün yorumunu sana bırakıyorum. Sevgiyle öpüyorum..."