Satır arası bir değerlendirme...

TV'de dört gündür izlediklerimizi, bir de ruhbilimcilere sorayım diyorum. Rasim Adasal sağ olsaydı, onunla da konuşacaktım. Bir ruhbilimci dostum, olaylara kuşkusuz, çoğu kez uğraşı açısından bakıyordu. Ben de olayları, gazeteci gözüyle izlemiyor muydum? Şöyle dedi:
Seçim öncesi, seçmene sunulan mesajın psişik-ruhsal içeriği, gözlem yönteminin sınırlılıktan içinde değerlendirilebilir. Bilindiği gibi her birey, kendini başkalarından farklı bir biçimde ifade eder. Gözlenen olay aynı olmasına karşın, konuşma ve ses değişkenlerinin karakteri, yüz ifadeleri ayrımlaşır. Cumartesi günkü açıkoturum, değinilen sınırlılıklar içinde şunları yansıtıyor:
Sunalp: Maskeli ve ödünleyici (telafi edici) bir özgüveni yansıtmak çabasındaydı. Ses ve ton hacmindeki değişimler ve vibrasyon yanısıra konuşma süresi olan 38 dakika içinde tutukluk ve konuşmada bloklar gözlendi. Bunlar bir ölçüde yazılı metne bakma, yerini yitirme kaygı ve güçlüklerinden kaynaklanabilir.
Özal: Sakin bir izlenim verdi. Ancak ses gücü (ses desibeli) düşüktü. Sese, coşkusal yanı "emosyonel" bir renk yansıtılmadı. Bu bir ölçüde “aşırı denetleme" (over-control) olarak görülebilir
Calp'ın konuşmadaki ses karakteri, tavırları göreceli olarak, daha saydam bir kişiliği gösterdi. Köprü ve bankerzede tartışmasındaki atak tutumu, genel uyarılmışlık düzeyinin Calp’e puan kazandıracağı düşünülebilir.
Seçmendeki siyasal belirsizlik ortamında “yandaş olma, özdeşleşim yapma" gereksinim ve eğilimleri bu tartışma ile bir ölçüde Osmanlı döneminden günümüze ulaşan "müthiş Türk - güçlü Türk" imaj ve simgesi, kültürümüzde temel bir ölçü olarak geçerliğini sürdürüyor. Bu yönüyle Özal'ın "Büyük devlet politikası gütmek için büyük devlet olmak lazımdır" ifadesi, olmayana ergi yaklaşımıyla, yerleşik bir stereotıp’i (kalıp yargıyı) zedeleyerek, özellikle belirli bir kültürel dilimde, örneğin aydın kesimde olumsuz etki yapabilir...
Açıkoturumu yöneten Hüsamettin Çelebi'nin eleştiriler alabileceğini düşünüyordum. Gerçekten de geldi. Teoman Erel, Milliyet'te şöyle dedi:
"Bu arada Çelebi’nin Özal’a ve Sunalp'e saygı ve şefkat gösterirken, zaman zaman Calp’e üvey evlat muamelesi yaptığını söylemek gerek ."
Gazeteler de Çelebi’ye olumlu not vermemişlerdi.
Çelebi'yle, 25 yılı aşkın bir süreden beri tanışırız. Görüş, gazetecilik anlayışlarımızdaki ayrılıklar saklı tutulursa, hemen birbirimizi hiç kırmadık. Karşılaştığımızda takılmalarla dostluk sürdü. Yıllar önceydi, bir gün Çelebi'ye uzaktan bağırdım:
Altaylardan attığımız ok.." dedim, sustum "Alp dağlarını aştı..." bölümünü söylemedim. Çelebi, karşılık verdi:
Altaylardan bazen ok, bazen başka şey atılır.
Üç liderin basın toplantılarındaki sorular, değişikti. Biraz da iğneyi kendimize, basın toplantılarına katılan arkadaşlara batırayım: Sanıyorum orada, gazeteciler değil, sorularla liderler tanıtılacaktı. Ama, daha çok izleyiciler, gazetecileri tanıdılar. Politikaya soyunan onlarmış izlenimi uyandı zaman zaman. Bir gözlemim de, Sunalp Paşa, genel sorularla azıcık kollandı gibi. Bazı "çanak tutma" soruları, ona soruldu...
Acaba, baklavayı mı, kadayıfı mı yeğlersiniz paşam? gibisine...