Sarı İneğin Verdiği Ders...

Hint düşünürü Bidpay'in Kelile ile Dimne'sinde de geçen üç inek öyküsü ilginç. Bir ormanda biri ak, biri sarı, biri kara üç inek varmış; bunlar bir başlarına ormanda yayılır, otlar, gezer tozarlarmış. Aslan bunları yemeyi kafasına koymuş. Ak ineğin azıcık ileride otladığı bir sıra kara inekle, sarı ineğe:
Bakın, demiş, şu ak inek var ya, renginin aklığı yüzünden ormandaki hayvanların gözüne batıyor. Siz de o nedenle göze çarpıyorsunuz, izin verin, şu ak ineği yiyeyim, siz de tehlikeden kurtulun!
Sarı inekle kara inek bakışmışlar:
Eh, demişler, peki ye!
Aslan, ak ineği bir güzel yemiş. Kara inekle sarı inek kalmışlar. Birkaç gün sonra aslan yine acıkmış. Bu kez sarı ineğe:
Şu kara inek, demiş, pek göze çarpıyor. Sen de bundan zarar görebilirsin, izin ver onu yiyeyim!
Sarı inek, “peki!” demiş. Kara inek de inmiş aslanın midesine. Kalmış mı sarı inek yapayalnız. Bu kez aslan, bir gerekçe göstermeksizin sarı ineğe:
Seni yiyeceğim! demiş. Sarı inek, “Bir dakika demiş, son sözümü söyleyebilir miyim?”
Söyle, demiş aslan. San inek şöyle demiş:
Sen ilk, ak ineği yediğin zaman ben ölmüştüm! O zaman ölmüştüm!
Hani yetkililer sık sık “birlik beraberlik içinde” olmaktan söz ederler ya, çok doğru bir sözdür, asıl ezilenler birlik içinde olmalı. O zaman kimse onların kökünü kazıyamaz!
★ ★ ★
On altı yıl sonra, 12 Mart'la ilgili görüşler topluyordum; Erdal Bey’e sordum:
Ben o zaman politikacı değildim, dedi, tarihçi de değilim, ama 12 Mart’ta çıkmış bir karikatürü anımsıyorum. Biri Süleyman Demirel'e yumruk atıyor, o çekiliverince yumruk babamın çenesine iniyor! Karikatür öyleydi, hiç unutmam.
Süleyman Bey'le, Çağlayangil'den 12 Mart'la ilgili düşüncelerini almıştım, onlar perşembe günkü Cumhuriyet'te çıktı. Süleyman Bey, Gaziantep'teki davasında aklanmıştı. Gaziantep Savcısı, Süleyman Bey’in aklanmasını isterken, “Eski AP Genel Başkanı ve iki devre başbakanlık yapan Demirel'in DYP ile ilgisi olmadığı görülmüştür. Konu tamamen bir yorum meselesidir. Memleketin selameti için fikirlerini söylemiş eski bir siyasetçi olarak anayasanın kendisine verdiği yetki, hak ve hukuka dayanarak, memleketin refahı için aydınlatıcı konuşma yapmıştır” demişti. Süleyman Bey’e takılmak için sordum:
Süleyman Bey, gerçekten memleketin selameti için mi konuştunuz?
Aşkolsun Ekmekçi, dedi, biz de seni hakları hukuktan yana birisi diye tanıyorduk! Tabii memleketin selameti için konuştum...
Takılmayı sürdürüyordum:
Bülent Bey üç ay hapis yattı, sız hiç yatmadınız!
119 gün Zincirbozan'da ne yaptık? Balık mı tuttuk orada yani?
Süleyman Bey, Gaziantep savunması ile ilgili olarak da şunlarısöyledi:
... Ben hakkı hukuku, eşitliği, hürriyeti savundum. Bunun suç olması mümkün değildir. Ben Türkiye'nin iyi idare edilmediğini söyledim. Halkın sıkıntılar, ıstıraplar içinde olduğunu söyledim. Söylediğim de doğrudur. Bunları yaparken. TC. Anayasası’nın, İnsan Hakları Beyannamesi'nin bana verdiği haklara dayandım. Ve madem ki hakka hukuka çıkılması lazım, madem ki Türkiye iyi idare edilmedi, doğru. Öyle ise, halkın ne yapması lazım geldiğini söylemem gerekti, onu da söyledim. Eğer bunu suç sayarsanız, beni değil hakkı hukuku, adaleti ve hürriyeti cezalandırmış olursunuz. Dediğim budur... Esasen bunları başkası söyleyince suç olmuyor, ben söyleyince suç oluyorsa o zaman adalet bundan rencide olur...
Süleyman Bey hakkında açılmış 48 soruşturma var. Bunun 45’inden dava açıldı. Yedisi aklanmayla sonuçlandı. Öbürleri sürüyor. Bülent Bey'le ilgili davaların sayısı ise 100'e yaklaştı...
Deniz Baykal da, aynı konuda şunları söyledi:
12 Mart'ın siyasal niteliği ortadadır. Türkiye'nin demokratik gelişmesinden tedirgin olan çevreler, demokratik gelişmenin bazı çocukluk hastalıklarını bahane ederek toplumu disiplin altına almak istemişlerdir. Bu girişimin iki ayrı önemli etkisi olmuştur; önce, ülkemizdeki asken müdahalelerin siyasal niteliği, siyasal doğrultusu açıklık kazanmıştır. Görülmüştür ki askeri iktidar kurulu düzeni değiştirmenin değil, pekiştirmenin aracı olabilir. Bu gözlem ilerici güçlerin sivilleşmesine, demokratikleşmesine büyük bir katkı getirmiştir. Diğer yandan askeri müdahalelerin toplumun kendi iç dinamiği ile gelişmesini önlemeye yeterli olamayacağı da görülmüştür. Gerçekten de toplum, 12 Mart’ı, 1973 seçimleriyle aşmayı başarmıştır. Fakat öyle anlaşılıyor ki, bazı çevreler bu dersten askeri müdahaleleri kalıcı kılabilmenin daha etkin yeni yollarını aramak gerektiği sonucunu çıkarmışlardır. 12 Eylül bu özlemin ifadesidir. Parlamento ve partiler kapatılarak parti kurucuları ve milletvekilleri vize edilerek, askeri müdahaleyi sivil görüntü altında sürdürmenin yeni yolları denenmiştir. Ama toplum bugün 12 Eylül'ü de aşmaktadır. 12 Mart olayı, askeri müdahalelerle kalıcı siyasal sonuçlar alınamayacağı sade gerçeğini herkese öğretmiş olsaydı, çekilen bunca acıların boşuna çekilmediğini, “güllerin boşuna solmadığım” belki o zaman söylemek mümkün olabilirdi.