Sanatçı Yaşamalı...

Birkaç ay önceydi. Yaşar Kemal'le konuşuyorduk:
— Ekmekçi, Mitterrand çağırdı, ona gidiyorum, dedi... ekledi: Çiftliğine çağırıyor...
— Ne yapacaksın çiftlikte? Süt, yumurta mı yiyeceksin? Bu yaştan sonra, yumurta dokunur!
—Adam oraya çağırdı yav! Sen sakın yazma, ne olur ne olmaz belki çiftliğe gitmeyiz...
Gerçekten de gitmemişler. Hava kötü müydü ne bileyim? Birkaç gün önce yine konuştuk. Gidip dönmüştü. Mitterrand onu Cumhurbaşkanı odasında kabul edip görüşmüş. Yaşar Kemal; Mitterrand, demiş, sayende ilk kez bir Cumhurbaşkanı odası görüyorum!..
Fransa’daki toplantıyı anlattı sonra Yaşar Kemal 400 kişi gelmiş toplantıya. Dünyanın dört bir yanımdan yazarlar. Amerika’dan gelenler, Amerika’daki ekin, yani kültür yoksunluğunu eleştirmişler. Biri:
— Amerika’da Kültür Bakanlığı yok, iyi ki yok. Olsaydı, oraya bir kovboy getirirlerdi! biçiminde konuşmuş...
Yaşar Kemal, izlenimlerini anlatırken dolu dolu gülüyordu...
Ankara’da, Odalar Birliği salonunda açılan kitap fuarı, çok ilgi çekti. Fuar, nisanın onuna dek sürecek. Dolaşanlar, bir yol daha dolaşıyorlardı. En çok kitap satan köşe, Türk Dil Kurumu köşesi miydi? Öyle geldi. Kitaplarının ucuzluğu, bir de, kuruma tutucu basında yapılan yersiz saldırılar, ilgiyi artırmış olmalıydı. Öbür köşeler de az kalabalık değil. Çağdaş köşesindeki bayana. “Hoş geldiniz” dedim. Erdal Öz, fuara gelmişti. Bilgi, Tekin Yayınevi, Yazko... daha çok.
Hasan Hüseyin’in yapıtlarını görenlerin içi buruluyor.
Dün, altı hafta oldu komaya gireli. İyileşecek Hasan Hüseyin. Bu kanı, doktorlarında daha yaygınlaşıyor, yerleşiyor. Sırtında yaralar açılıyor, hemen temizleniyor, iyileştiriliyor yaraları...
Hasan Hüseyin’in okurlarından gördüğü ilgi büyük. Bu, halkımızın sanatçısına gösterdiği ilgidir. İzmir’den Bostanlı dan yazan Zeki Büyüktanır şöyle diyor:
“Sayın Ekmekçi,
O canım ozanımız, biricik ağabeyim, hemşerim komşum Hasan Hüseyin bir aydır yatıyor; ağız, dil vermeden. Ne acı ki, sizin satır araları da olmasa durumunu öğrenemeyeceğiz, Gece gündüz heyecanla, sağlığına kavuşacağı günü bekliyoruz. Gelemedim, görüştürmüyorlarmış da. Kendisinin deyimiyle: “Yol uzak, hane viran...” ilgisizlik bu kadar olur, bir büyük ozana.
Bu arada ekonomik yönünün ne olduğunu da bilmiyoruz. Gerçi, son günlerde birkaç baskıya geçen yapıtlarından bir şeyler kalmıştır ama, bilmem ki...”
Almanya’dan Vural Sürçmez de, şunları yazıyor:
“Sevgili Ekmekçi,
23 Mart'taki yazını yeni okudum; Hasan Hüseyin'e kan arıyorsun. Bu, 0rh+ benim de kanım. Önce, belki az bulunan bir kan türüdür diye doktora koştum. Öyle değilmiş. Koca Ankara’da, koca bir ozana kan verecek, kim bilir nice kişi çıkmıştır, düşüncesi beni rahatlattı.
Şimdi ben sana bu konuda başka bir şey yazayım: Sanıyorum biliyorsundur; ben gazetecilikten kopalı, dışarılarda yaşıyorum. Yirmi yılı aşkın bu süre içinde yoksul ülkemizin varsıllarından çoğu kişinin dişleri ağrısa çektirmeye buralara geldiklerine çok tanık oldum. Hasan Hüseyin’i Akis Dergisi’nde düzeltmenlik yaptığı yıllarda tanımıştım. Varsıl biri olsa başka iş edinirdi. Bunca geçen yıl içinde Hasan Hüseyin iyi bir ozan olduysa da, yayınlanan onca kitabından onu varsıllaştıracak iyi bir gelir edindiğini hiç sanmam. Sanmadığım için de sana “başka bir şey yazmaya” yüreğim beni zorluyor.
Bak, Ekmekçi kardeşim, Hasan Hüseyin’in durumu, koma durumu sürdüğüne göre, adam ozanca dayanıyor. Sor tabiplerine, anla bir: Ozanı ülkenin varsılları gibi, buralara getirsek bir yararı olur mu? Kurtulur, yaşama döner mi? Bu konuda gereken bütün harcamaları ben üstlenirim. Ya da yapılabilecek başka bir şey var mı? Şimdiye kadar buralardan çok kişiye, Türkiye’de bulunmadığını yazdıkları çok ilaçlar gönderdim. Hasan Hüseyin’e de göndereyim. Bakarsın, güzel ozan yüreğinin sağlığa kavuşmasında yararlı olur...”