Samandağı’nda Kahverengi %90

Ankara'dan kalkıp Samandağı'na giderken, Ercan Vuralhan'ın, Uğur Mumcu'yla Cumhuriyet aleyhine açtığı “tazminat" davaları kafamı kurcalıyordu. Davalar reddedilirse, Uğur'la Cumhuriyet mahkûm olmamış olacaklardı; davacı Ercan Vuralhan'a bir şey olmayacaktı. Ercan Vuralhan’a kalsa, davaları açar açmaz, Uğur Mumcu susacak, gazetelerde haber de yayımlanamayacaktı; Ercan Bey'in basın özgürlüğünden oncağız haberi vardı, ne bileyim?
Yola çıkarken öğrenmiştim, Yenimahalle 4. Adliye Hukuk Mahkemesi yetkili yargıcı Özcan Aksoy'un kararını. Yargıç Dışişleri Bakanlığınca alınan zırhlı araç ve gereçlerle ilgili olarak 15-14 eylül günlerinde Cumhuriyet'te çıkan yayınların durdurulmasını kararlaştırmıştı. Mahkemenin, asıl yargıcı Okul Oğuz, adli tatilden sonra da izin kutlanıyordu. Yerine Ozcan Aksoy -yetkiyle- bakıyordu. Hukukçular, bu konuları elbette daha iyi değerlendirirler; benim üzerinde durmak istediğim o değil; yargının bağımsızlığına gölge düşmesi, üzer kamuoyunu Karan veren yargıcın, kasımda yapılacak Yargıtay üyeliği seçiminde, Yargıtay’a gitmeyi beklediği söylentileri çıkarsa, “bağımsız yargı” bundan yara alır! Yargıcın kararı elbette saygı değerdir öyle de olmalıdır.
Perşembe gece yarısı Samandağı'ndaydım. Cumhuriyet Kitap Kulübü yöneticisi Şahiye Say’a, daha önceden söz vermiştim, "Gelip Samandağı’nda kitaplarımı imzalayacağım” diye. Adana Havaalanından aldılar arabayla, İskenderun’u geçince "Kamelya" da yemek yedik. Hinthorozu Erdal Bey de gelmiş buraya, buradaki otelde yatmış, çok sevmiş burayı. Lübnanlı turistler vardı. Arapça şarkılar söyleyip eğleniyorlardı. Samandağı-Hatay yöresinde anadilleri Arapça olanlar, Arapça şarkılar söylüyorlardı. Arapça konuşuyorlardı. Türk vatandaşıydılar.
Niye olmasın? diye geçirdim içimden: Kürtlerin anadillerinde konuşmalarını, türkülerini söylemelerini savunduğumuz gibi, anadilleri Arapça olanların da Arapça konuşmalarını yadırgamamalı, bu hakları sonuna dek savunulmalı.
Hatay Valiliği, bu yörede “Meryem Meryem" şarkısını yasaklamış, şarkı Arapça, bir aşk şarkısı. Kimi dizelerinin Türkçesi şöyle:
“Meryem Meryemim/ Gözüm Meryeme / Yürek yaralı / Meryem’i istiyor.
Meryem'in saçları dağınık I Tüm herkes, Meryem'i istiyor.
Meryem damlarda /Saçları rüzgârda dalgalanıyor /Gönül yaralı / Meryem'i istiyor.
Saçlar dağınık / Osmanlı askeri / Meryem'i elimden aldı / Kopardılar Meryem'i. "
Şimdi ne var bu şarkıda? Efendim, “Osmanlı askeri Meryem'i elimden aldı'' diyor ya şimdi de Türk-İslam sentezi yanında “Osmanlıcılık’' geçerli ya, ondan olmalı. Bu denli saçma bir karar olabilir!
İktidarlar gibi, onların buyruklarını uygulayan bürokratlar da giderayak, baskıları arttırırlar. Arapça bir söz var, önce Arapçasını yazacağım, şöyle: "İze rayih kettir lik behiy"; Türkçesi de şu: “Eğer gidiciysen, kabahatlerini çoğalt” ya da “Gitme günün yakınsa, elinden geleni yap!” Anadolu’da buna benzer bir söz söylerler: "Zulmün artsın!" derler; zulmü artan sevimsizleşir de ondan...
Samandağlıların, burada yöneticilerle başları hiç dertten kurtulmadı. Samandağlılar, sıkıyönetim altında gibi yaşıyorlar. Sayrıevine on altı odacı alınacaktı; alınanlar içinde bir tek Samandağlı yok! Yasaklı onlar sanki.
Sabah kahvaltısını Ermeni asıllı bir yurttaşın çay evinde yaptık, öğle yemeğini yaylada yiyecektik, oraya gittik. Yaylada Teknepınarı'nda (eski adı Batıayaz), bayıldım kaldım doğanın güzelliğine. Oktay Akbal’la Celal Başlangıç da burada yemişler öğle yemeklerini. Yukarıdaki kayalardan seken bir taş Oktay Akbal'ın yanı başına düşmüş; Oktay'ın başına gelmediğine çok sevinmişler. Gelseymiş, kesinlikle ağır yaralarmış. Yaylada "Ibonun Yeri"nden karşıları seyrediyorum, Ermenilerden kalan evler, şimdi Türkmenler oturuyormuş evlerde. Türkmenler daha çok Musa Dağı'yla Kel Dağı arasındaki yörede otururlarmış. Pazartesileri Samandağı'na inerlermiş, Türkmenler, çok yoksullarmış, tütüncülükle geçinirlermiş. Sünni Türkmenler, tutucu değillermiş.
Samandağı, öyle bir yer ki aramakla bulunmaz. Aleviler, Sünniler, Arap Hıristiyanlar, Ermeniler, tümü bir arada yaşıyorlar kardeşçesine. Laiklik, orada yüzyıllardır, binlerce yıldır sürüp gitmekte.
Deniz kıyısında ipek gibi bir kumu, on yedi kilometre uzunluğunda plajı var. Böyle bir şey, hiçbir yerde yok. Türkiye'nin en güney kıyısı; Gaziantep'ten, Adana’dan, Antakya’dan varlıklılar, kıyıya evler yapmışlar. Yasaklar yüzünden, balıkçılık ölmüş gibi. Eski valilerden Muammer Ülgen’in girişimiyle burada bir şeyler yapılmak istenmiş, kaloriferli kocaman bir otel "Barıkan Tesisleri", bakımsızlıktan çürümeye bırakılmış. "Barıkan" özel idareninmiş, ama devlet malı bu denli hor kullanılabilir mi, şaştım da kaldım! Samandağı, Antakya'ya yirmi kilometre, ama yol berbat mı berbat! Üç seçim geçmiş, yol hâlâ asfaltlanacak!
Samandağı’nda, şöyle bir nabız yokladım, yüzde 90'ın üzerinde kahverengi olurmuş! Ecevit, bir seçimde yüzde 97 oy almış! Şimdi “Gönlümüz Ecevit’e, oylarımız SHP’ye” diyorlar. Hatay'ın tümündeyse, yüzde 30 "evet”e karşılık, yüzde 70 “hayır" oyu çıkar bu kez...
Son derecede uyanık bir halk; laikliğe, yurduna, toprağına bağlı; insancıkları fişliyorlar, "Suriye yanlısı” diye suçluyorlar; ne kadar ayıp!
Kıyıda, kahvede oturanlar, geçerken sesleniyorlardı;
Ne olur, durumumuzu yazın; esir miyiz biz?
Yurttaşına bu denli eziyet eden bir iktidar bir dakika bile işbaşında kalmamalıdır. Samandağı’nda, İbrahim Gülenay, Latif Günay, Rasim Hişmioğulları, Şahiye Say. Belediye Başkanı Ganim Canbolat, söyleşilerde dostluklarını edindiğim kişilerdi. Hazreti Musa ile Hızır Aleyhisselam'ın buluştuktarı yer, deniz kıyısındaymış söylenceye göre; Hızır’ın türbesinde üç tur attık; Musa'nın burada unuttuğu asası (değneği) kocaman bir ağaç olmuş. Araştırmacı Beki Bardavid, Samandağı yöresini dolaşsa, çok şey bulabilir yazacak. Körün değneğini bellediği gibi, Bodrum'a, Marmaris'e gidenler, bir de Samandağı’na gitsinler!