Şahinlerle Serçeler...

11 Aralık 1990 salı günü çıkan “Çankaya’nın Şişmanı..” başlıklı “Ankara Notları” şöyle başlıyordu:
“Zonguldak maden işçilerinin grevi olumlu sonuçlanmazsa, ANAP’ın Zonguldak'taki bir ileri geleni kendini yakacağını açıkladı. Emekli bir yargıç olan yetkili bunu açıklayınca, İnsan Hakları Derneği Genel Yazmanı Akın Birdal şöyle dedi:
Biz yaşam hakkının devletçe de kendince de yok edilmesine karşıyız. Kendinizi yakmayınız! Ancak maden işçilerinin sorunlarına duyarsız kalan ANAP'taki görevinizden ve ANAP’tan istifa edeniz...”
Kendini yakacağını söyleyen okul arkadaşımın adını o gün açıklamamıştım. Şimdi açıklıyorum. Emekli yargıç, ANAP Disiplin Kurulu Başkanı Hilmi Eminoğlu. Okuldayken soyadı Pekdemir'di, değiştirmiş, Eminoğlu olmuş. Hilmi Eminoğlu, 6 ocak günü, ANAP merkez ilçe başkanlığına giderek, ANAP’tan istifa ettiğini belirten dilekçeyi verdi. Daha doğrusu, gönderdi. ANAP’tan istifa eden İl Disiplin Kurulu Başkanı Hilmi Eminoğlu'na “Dur gitme, niye ayrılıyorsun” diyen olmadı. Hilmi, kendini yakmadı, ama, zaten tutuşmuş olan ANAP'ın üzerine, benzin döktü!
Hilmi Eminoğlu, ANAP Merkez İlçe Başkanı Enver Cevahir'e yolladığı istifa mektubunda özetle şöyle dedi:
“1984 genel mahalli seçimleri arifesinde, tüzüğündeki prensiplerin hiç saptırılmadan uygulanacağı kanaatiyle Anavatan Partisi'ne kaydımı yaptırdım. Mahalli seçimlerde, belediye meclis üyeliğine seçildim. Bu görevde hukukun üstünlüğü ve fertler arasında ayrım yapılmaması konularında, ANAP'lı belediye başkanıyla yaptığım mücadele, sizlerin ve kamuoyunun malumudur. Öyle ki, belediye meclis üyeliğinden istifa etmek mecburiyetini duydum. Ve istifa ettim. Ancak partinin elbet prensipleri doğrultusunda, mutlaka doğruyu bulacağını ve hukukun üstünlüğü ilkesinden ayrılmayacağını ümitle bekledim. Yapılan ve her gün basında eleştiri konusu edilen anayasa ihlallerinin dahi, gün gelecek aklı selim kadro ile düzeltilebileceğine inandım. Fakat, üzüntü ile müşahede ettim ki, beklentilerim tahakkuk etmediği gibi, her geçen gün, bir şahsın ihtirası uğruna vatan ve millet feda ediliyor. Ve bu duruma da “dur” diyecek, partinin yetkili organları ve bilhassa Türkiye Büyük Millet Meclisi parti grubu, ses çıkarmamakta adeta ısrar ediyor. İnsan havsalasının (usunun) almayacağı bir umursamazlık örneği veriyordu. Bunlardan en sonuncusu ve en fazla üzücü olan da Zonguldak maden işçilerinin insani duyguları zedeleyerek, devam eden grevi ile ilgili gelişmelerdir...
Maden işçisi “açım” diye bağırıyor. Parti olarak sen buna, sanki “açlıktan öl” dercesine, güvenlik güçleriyle karşısına çıkıyorsun. Ekonomiye katkısı var diye şirketlerin kurtarıldığı bir ülkede, açlık feryadına kulak kapamanın veya “istersen” demenin mazereti kabul edilemez.
Ülkemizi ve insanlarımızı felakete sürüklemekte, işgal ettikleri koltuk uğruna, medet umanların yönetiminde bulunan bir partide, daha fazla kalmam saygınlığımı zedelediğinden, partiden istifa ediyorum. 6 Ocak 1991, Hilmi Eminoğlu, ANAP İl Disiplin Kurulu Başkanı” (İmza)
Zonguldak'ta çıkan “Uyanış” Gazetesi, Hilmi Eminoğlu’nun, ANAP’tan ayrılışını haber olarak yayınladı.
12 Eylül'ün son halkası ANAP’ta, işler çoktan çığrından çıkmıştı. ANAP’ı, tırmandığı Çankaya’dan, Hacı TÖ mü yönetiyordu? Hacı SÖ’nün, milletvekilliğine soyunup, politikaya girmek istemesi, olayları küllemek amacı mı taşıyordu?
Hacı TÖ, 32. Gün izlencesinde, M. Ali Birand’a açıkladı. Asil Nadir’i hapisten kurtarmada, Türkiye’nin -yani Hacı TÖ’nün- etkisi olmuş. Gazeteleri almayı Asil Nadir’e önerdiği söylenen Hacı TÖ, Genel Maden-İş’in grevini kırmak için elinden geleni ardına koymadı mı? Zonguldak'tan yürüyüp, Mengen’le E-5 karayoluna sıkışıp kalan insanlara, yapılan yardımların ulaştırılmaması için her çeşit engel kondu. Grevcilere soğuktan donmamaları için battaniye, yiyecek götüren Altındağ Belediyesi’nin kamyoneti, Kızılcahamam'dan geri çevrildi. Altındağ Belediye Başkanı Ali Rıza Koç'un eşi Melahat Koç, yılmadı, ertesi günü (pazartesi) kamyonetin başında yeniden yola çıktı. Askerler, kamyoneti yine bırakmadılar. Melahat Koç, köy yollarından giderek Mengen'e ulaştı. Çankaya Belediyesi’nin kamyoneti de öbürleri de gelmişlerdi. Kimi battaniye, kimi meyve, kimi ekmek getirmişti. Dağıtım, düzensiz miydi? Melahat Hanım, "Bu ortamda öyle olur" diye düşündü.
Madencilerin işi sarpa mı sarıyordu? Oralp Basım, E-5 karayolu üzerinde, bir lastik onarımcısının salaş dükkânında, şöyle bir levha görmüştü: “EI emeğine veresiye verilmez!” diye, "Alın terine veresiye verilmez" demek. Madencilere uyan bir söz bu.
Hacı TÖ'nün acımasız tutumuyla, ANAP'taki yangın büyümektedir; sonunun nereye varacağını da kimseler bilemez!
Hacı TÖ, Birand’la 32. Gün'de konuşurken, Saddam için “O şahinse, biz de şahiniz" gibi bir söz söyledi. Hacı TÖ, grevci işçi karşısında da, MESS başkanlığında olduğu gibi, şahindi! İsmail Gülgeç’in serçelerine, güvercinlerine karşı şahin! Türk halkı da savaşa karşı, barıştan yana, o da güvercin!
Yazar Aziz Nesin, yanında Suphi Karaman, Kemal Anadol, Vedhi Timuroğlu’yla birlikte, Mengen- E-5 kavşağı arasında bekleşen grevci işçilere dek gitti, gördü. Olayların gelişmelerinden sonra, ne diyeceğini sordum, şunları söyledi:
“Önce, hükümet, geleneksel, buyurgan tutumunu sürdürüyor. Yani, sanıyor ki ve inanıyor ki, eskiden olduğu gibi, “işçiler benim içindir, halk benim içindir" öyle sanıyor. “Halkın İsteğini ben kendim veririm, o isteyemez! “Bu, buyurgan, geleneksel buyurgan tavrı içerisinde. Oysa, tam tersinedir: Hükümet, o işçiler içindir, hükümet halk İçindir. Onun için, “Geri gitsinler!” diye böyle otorite kurmaya kalkmak, otoriteyi sarsar bu çağda. Yanlış yapıyorlar, işçiler, Ankara’ya gelmesinler; bulundukları yerde anlaşmaya girmek gerekir, bu bir. İkincisi; hükümet bugün yaptığı zammı, bu yürüyüş olmadan önce yapsaydı, zaten yürüyüş olmazdı. En büyük yanlışları bu. Bu bakımdan da hükümet haksız. Başbakan haksız, Çalışma Bakanı haksız, hepsi haksız. Üçüncüsü böyle olaylara sanki kendi başına hiç gelmeyecekmiş gibi, duyarsız davranıyor. O işçileri, ben gittim gördüm. Soğukta, sabaha kadar orda, kadın, erkek, titreşirlerken, üç tane de ölü verirken, herkes evinde rahatça, sıcak evinde, kaloriferli ya da sobalı sıcak evinde oturabiliyor. Aynı olayın, bu umursamazlığın, kendi başına geleceğin farkında değil. Sendikalar da biraz parasal yardımla işin içinden çıkmaya çalışıyorlar. Toplu bir gösteri yapmaktan başka çare yoktur; çünkü bu, antidemokratik bir davranıştır! Yarın aynı şeyler gelebilir başlarına. Eğer, dört, beş yerden, altı, on yerden ayrı ayrı birer gün, yarım gün ara ile sendikalar yürüyüşe geçmiş olsalardı, hükümet bu haksızlığı düzeltme zorunda kalacaktı. Ama, bu kanunsuz olacaktı. Çünkü kanunların kendisi antidemokratikse, kanunların kendisi kanunsuzdur, bu kanunsuzlukların düzeltilmesi ancak, böyle demokratik zorlamalarla olabilir. Bir de bunu yapmadılar. Durum budur. Eğer, işçiler Zonguldak'ta yenilirse, bu Türk işçi sınıfının yenilgisi ve Türk halkının yenilgisi olacaktır. Bunu anlamıyorlar. Başka bir yanlış, başbakanın yanlışı: Konuşmak üzere giderken, yanına içişleri bakanını alarak gidiyor, ne büyük yanlış! Burda bir asayiş sorunu yok ki. Yanına alacağı insan çalışma bakanıydı elbette. Daha baştan, niyetlerinin yanlış olduğu ortaya çıkıyor..."