Saat Kaç?

Sabahın erken saatlerinde, Çankaya'da birkaç kilometre yürürüm. Köşk'ün önünden geçer, Kırkkonaklar’a dek gider, dönerim. Önceki sabah, Yalçın Küçük’ü gördüm, şortuyla koşuyordu. Seslendim, azıcık konuştuk... Koşan adamı da yolundan alıkoymamak gerek. Yalçın Küçük'ün "Aydın" kitabının birincisi yakında çıkacakmış. Merak ediyorum bu kitabı. Az sonra saat onarıcısı Hüsnü Çelikel'le eşini gördüm. Birbirlerine tutunarak yürüyor gibiydiler. Hastaneden geliyorlar sandım, değilmiş, evlerinden geliyorlarmış. Hüsnü Bey felç geçirmiş, eşi şeker hastasıymış. Saatçi dükkânı da yıkılıyormuş. Rehberde, ev telefonunun olduğunu söyledi. Elinde bir torba vardı. Eski müşterilerinin saatlerini götürüp, evde onarıyordu...
Yakında bir dükkân bulup taşınacağım, dedi, o zaman görüşürüz...
12 Eylül'den az sonraydı, "saat..." başlıklı "Ankara Notları" 26 Eylül 1980'de çıkmıştı. Bozulan saatimi anlatıyor, onarıcıya gidişimi öyküleştiriyordum. Yazdıklarımız, önce gazetenin mutfağında okunur. Önce o zamanki Yazı İşleri Müdürlerinden Çetin Özbayrak okumuş, ardından Genel Yayın Yönetmeni Oktay Kurtböke. Oktay:
Ekmekçi'nin yazısında bir şey yok, ben bir şey bulamadım...
Sonunu oku, demiş Çetin, sonunda söylüyor...
Yazının sonu mu şöyleydi:
Emin Karakuş’un cenazesinden dönüyorduk o zaman.
"... İsviçre'de yayımlanan Neue Züricher Zeitung gazetesi vardı bir arkadaşımın elinde. 18 eylül günlüydü. Arkadaşım gazetedeki haberi çevirdi, haber 'halkta rahatlama' başlığıyla verilmiş. "Terörden yılan halk, askerlerin gelişini olumlu karşılamıştı Türkiye'de." 18 eylül günlü gazetede. Evren Paşa’nın basın toplantısında çekilmiş bir fotoğrafı da vardı. Arkadaşım şöyle dedi:
Neue Züricher Zeitung, çok olağanüstü olaylarda resim kullanır. Gazete liberal eğilimli. Fakat her haberi verir, eski bir gazete. Geçen yıl, 200'üncü kuruluş yılını kutladı...
Arkadaşım ekledi.
Gazete 1960 devriminden bir hafta kadar sonra bir haber yorum yayımlamıştı. Özetle şöyle diyordu: 'Türk demokrasisi eski bir saate benziyor. Zaman zaman eski saatler gibi duruyor. Bu saati çalıştırmak için arada bir sarsmak, sallamak gerekiyor. Bu işi de Türk ordusu yapıyor. Ama, demokrasi saati çok nazik bir saat olduğu için, sarsarken çok dikkatli olmak gerekir. Yoksa işlemez..."
Dün sabah, Hüsnü Bey'in dükkânının önünden geçtim. Soysal Pasajı'nın yanındaydı, üstünde ‘İtimat Saatçisi' yazıyordu. Levha kaldırılmış, Hüsnü Bey, "Yıkım dolayısıyla boşalttığını, ilişkisi olan müşterilerinin işlerini görmek için belli saatlerde, yine yıkılacak dükkânının önünde bulunacağım" bildiriyordu, bir kâğıtta.
Hüsnü Bey’in hastalığına da, çalıştığı dükkânın yıkılmasına da üzüldüm. İşinin ustası olduğu gibi, ince bir insandı da Hüsnü Bey. Dört yıl önce, kendisinden ilk söz ettiğim zaman tanışmazdık. Tanıyanların önerisi üzerine gitmiştim. Kendisinden söz eden "Ankara Notları”nı da okumamıştı. Okurlar ise, Hüsnü Bey'in dükkânına gelmişler:
Ekmekçi'nin yazdıkları doğru mu? Size geldi mi? diye sorup, gitmişlerdi. Kimi, "Yine gelecek mi?" diye sormuştu...
Hüsnü Bey'e bir uğradığımda:
Neredesiniz? dedi. Herkes sizi sordu. Gazetede adımı yazdınız ya, o yüzden çok müşteri kazandım.
Gülüyordum, işinin ustası olduğu gibi, çok dürüst bir saatçinin kazanmasına da sevinmiştim doğrusu.
Adını yazmada, niye sakınca olsun? Okurlar, ne olmuşsa dosdoğru anlatmamızdan hoşlanırlar. Öyle isterler. Kimileri, örneğin bir gazeteden, bir yazardan söz ederken, "İstanbul'da bir gazete" ya da "bir gazetede biryazar…" der geçerler. "Efendim, adını yazarsam reklam olur” derler. Olsun. Okur doğruyu öğrensin de.
Doğruları söylemeye, dinlemeye alıştığımız zaman, eleştirilere de alışabiliriz. Eleştiriler batmaz, dokunmaz olur. Demokrasinin de, eleştiri ile çok yakın ilişkisi var. Kimi doğruların söylenemediği, eleştirilerin yapılamadığı yerde, demokrasi de yaşamaz. Eleştiriyle ilgili bizde ne güzel sözler vardır:
O mu, o burnundan kıl aldırmaz... deriz.
Dört yıl önce, Fransa'da TV'de bir sunucunun, Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing’in taklidini yapışını seyrettik. İzleyenler gülmekten kırılıyorlardı...
Mitterrand da Fransa'da en ağır eleştirilere uğruyor zaman zaman. Yolda, otobüste, dolmuşta, soranlar olur:
Abi, saat kaç?
Hemen saatime bakar, dosdoğru söylerim. Sevinir soran... Saatinize bakın bakalım, kaç?