Rüşvetsiz Dostlar...

Bir okur, dert edindiği bir konuyu dile getirmiş, şöyle diyor:
“Sayın Ekmekçi,
Bir süreden bu yana kendi kendime sorun yaptığım bir konuyu, geçenlerdeki yazınız üzerine size de iletmeyi düşündüm. Bilmem gereksiz bir iş mi yaptım?
Bildiğiniz gibi rüşvetin tanımı bir görevlinin, yaptığı bu göreve karşılık işini yaptığı kimseden bir çıkar sağlaması demektir, öğretmenden posta dağıtıcısına değin her memur, görevleri karşılığında, devletten başka bir yerden para alamaz. Ama, ilçe ve köy camilerimize değin devletçe atanmış din görevlilerine gelince, iş başka bir anlam kazanıyor. Bu görevliler, ibadetlerimizi düzenleyen, ibadet yerlerimizi temiz pak tutan ve de ölülerimizin belli kurallara göre gömülmesini sağlayan kimselerdir. Söylediğimiz gibi, bunlar için devletten para alırlar, yani bu hizmetlerine karşılık hiç kimseden bir tek kuruş çıkar sağlayamazlar. Oysa, gelin görün ki, cenazelerimizi gömdükten sonra daha mezarlıktan ayrılmadan birçok kişinin el açmaya başladığını, hatta ölü sahibiyle yaptıkları iş için pazarlıklara giriştiğini görüyoruz. Hiç birimiz de bu acılı anımızda onlarla uğraşmayı düşünmediğinden ne isterlerse verir geçeriz.”
Okur, karşılaştığı olaylarda gördüğü bazılarını anlatmak istiyor. Genelleştirmek yanlış olabilir. Yetkililerin konunun üzerinde duracaklarını umuyorum...
Çetin Altan, yıllar önce, cenazelere giden çiçeklerin, o akşam bir düğüne de gidip gitmediğini araştırmanın ilginç bir gazetecilik olacağını yazmıştı. Ne zaman bir cenazeye gitsem, çiçekleri görünce Çetin Altan’ın bu önerisini düşünürüm...
Rüşvet yalnız parayla pulla olmaz, sözle de olur. Toplumun içine iyice işlemişse, bir anma, adından söz ederek değinme, “rüşvet” sayılabilir! Rüşvet-i kelam...
Anadolu'da, “eşek eşeği ödünç kaşır” derler. Yani, her şey karşılıklı anlamına. Oysa, karşılık beklemeden yapılan şey, daha insancıldır, daha güzeldir. Şimdi Almanya’larda bulunan Fakir Baykurt:
— Yaralı parmağa işemezsin! derdi. Yani, hayırsızsın, hiçbir yararın dokunmuyor... demek.
Rüşvetle ilgili bir sözü, 83 yaşındaki Nezire Hanım söylemiş:
— Ana, rüşvetsiz dost! demiş.
★★★
Ankara'daki “Kitap Fuarı”na son “Ankara Notları”nda değinmiştim. Gösterilen ilgiyi duyurmak görevimdi. Kitap Fuarı’nın göze batan özelliği, gençlerin buraya akın edişi, kalabalığı. Beş günde tüm gelenlerin sayısı: 78.399.
Bir arkadaşa, fuarın kalabalığını söylediğimde:
— Eeee, patates fuarı değil, kitap fuarı dedi.
Gençlerin kitaba açlığının, gereksinmesinin simgesi bu. Kitap alanlar çok muydu? Ortalık ağu pahası iken, bunun olanağı var mı? Kiminin elinde ince bir paket, kiminde fuarın broşürü. Kitap alan da harçlığının ne kadarını ayırabilmiştir.
Yazarların imza günleri, küçük kürsülerin önü doldu taştı. İzmir'den gelen Muzaffer İzgü'nün. Talip Apaydın’ın Gülten Akın'ın, Emre Kongar'ın. Adalet Ağaoğlu'nun günlerine gidemedim. Kalabalıkmış çok. Mehmed Kemal’in “Şairler Dövüşür” kitabı bir çırpıda bitti. O da okurlarıyla söyleşti... Oktay Akbal’ın başı kalabalıktı. Ceketi çıkarmış, imza atıyordu. Şükran Kurdakul'la birlikteydiler... İlhami Soysal, Cüneyt Arcayürek, “Bilgi”nin köşesindeydiler. Mehmed Kemal’in yanında, Muzaffer Abayhan vardı. O, öyküsüyle 1983 Abdi İpekçi Barış Dostluk ödülünü kazanmıştı...
Yazarların yanına kalabalıktan yanaşamayınca, fuarın kulisinde konuşuyorduk. Cahit Külebi, Sami Karaören, Selami Akpınar bir aradaydık. Selami Akpınar, 1980 öncesinde Vatan’da, Yazı İşleri Müdürümüzdü. O günler, andık. Güzel şeyler unutulmuyor.
Bir genç, ikinci cildini, bulduğu “Gün Ola Harman Ola”yı getirdi, biz konuşurken. İmzaladım. Hoşuma gitti...
Kitap Fuarı 11 nisana dek sürecek. Fuardan çıkarken usumdan, rüşvetsiz dost kitap! diye geçirdim.