Ruhi Su Tabutlukta!

Ruhi Su’ya, 1952 yılında Sansaryan Hanı'nda işkence yapıldığını bilmiyordum. Ruhi Su, işkencelere örgüt üyesi olduğu için değil, türküleri yüzünden uğramış. Bir gün Ruhi Su'ya, söylediği türkülerden birini sormuştum:

Ruhi Bey, bu türkü sizin değil mi?

Benim!

Ama, türküyü söylerken kendinizin olduğunu söylemiyorsunuz?

O türkü yüzünden mahkemeye verildim. ‘Türkü benim değil, anonimdi, halk söylemiştir' dedim, aklandım. Mahkeme kararından sonra, ‘Benimdir’ diyemiyorum.

Sıdıka Su, anlatıyordu:

Çok kişi hâlâ diyor ki: 'O türkü kendisinin değil, başkasınındır.' O türkü yüzünden yemediği dayak kalmadı Ruhi'nin.

Hangi türküydü?

Mustafa Suphi'ler için yazdığı '15’lere Ağıt’

'Bir yanım deryada çalkanır şimdi' o mu?

Evet, o türkü için ne kadar dayak yedi; yani. Ruhiye daha çok örgütsel şeylerden çok, çevresinde kimler var, onu söyletmek istediler. ‘Bu türküyü niye söyledin?', 'Bu türkü senin mi? türküyü kimlerin dinlediğine varıncaya dek baskılar yaptılar. Böyle baskılarla Ruhi Su çok dayak yedi. Kimseye de söylemedi.

Kaç yıllarındaydı?

Biz, 1952’nin on birinci ayında tutuklandık.

İkiniz de?

O, benden bir gün sonra tutuklandı: Ruhi'nin çıkış tarihi 7. 7. 1957, ben de ondan üç dört gün sonra çıktım... Biz, tutuklanmayı bekliyorduk. O zaman, yurtdışına gitmek filan, öyle keyfi hareketler yoktu! O zaman, politika da o değildi. Bence Türkiye'nin bu hale gelmesi, 11 Eylül döneminde herkesin yurtdışına kaçmasıdır. Ben öyle yorumluyorum, Türkiye solunun bu hale gelmesinin nedenlerinden birisi. Bak, adamlar cezaevinde politika yapıyorlar. Cezaevinde de politika yürütülür; doğru yanlış. Yatarsın, o başka bir şey, ama sen başını al, yurtdışına çık, görevli görevsiz yurtdışına çık! Yani, o zaman böyle bir sorumluluk vardı, anlatabiliyor muyum?

Anladım efendim!

Bunu demek istiyorum.

Evet, ikiniz de tutuklandınız, sonra?

O da İstanbul'a geldi, tutuklandık. Tabii, birbirimizden hiç haberimiz yok. Sansaryan Hanı'nda, hücrede kalıyoruz. Şimdi burada bir ayraç (parantez) açmak istiyorum, çok önemli bu. Bugünkü koşullarla ilgili. Sansaryan Hanı'nın alt katında, üst katında tabutluklar vardı. 1952-53 sonuna dek kaldık biz orada. Ruhi en alt kattaki tabutluklardaydı. Yani, öyle şeyler ki, altından böyle sular gidiyor, anlatabiliyor muyum? Fareler, sular, berbat bir durumda. O zaman İstanbul’un göbeğinde, 1951 tutuklaması sürüyor, fakat hiçbir basın mensubu söz edemiyor. Yani, biz orada yazgımıza terk edilmiş durumdayız. Ve iki yıl, kovuşturma (tahkikat) sürdü...

***

Pazar günü çıkan "Böyle Savcılar da Varmış..." başlıklı "Ankara Notları" ile ilgili olarak Haluk Somer, şu faks mektubunu gönderdi:

"Sayın Mustafa Ekmekçi;

Bugünkü yazınızı sevinerek okudum. Çumra’da Ruhi Su’yu tahliye eden (naklen olması gerekiyor) yargıç babam İlhan Somer'dir. Bu olayı babamın ifadesine dayanarak Ruhi Bey'e ben anlattım (eşi de yanımdaydı). O zaman Ruhi Bey babamı hatırladığını söylemişti. Bildiğim kadarıyla olay şöyle:

Babam (1958 yılı olarak) yargıç olarak görev yaptığı Gürsu 'dan (Bursa ’ya bağlı bucak, o zamanlarda bucaklarda da mahkemeler vardı) Konya'nın Çumra ilçesine atandı. Babam istifasını verdi. Ancak orada (annemin anımsadığına göre) 2-2.5 ay kalmış ve istifası kabul edilinceye kadar görev yapmış. Ruhi Bey'i bu vesile ile tanımış ve Ruhi Su 'ya yapılan açık haksızlığı görmüş. Anlattığına göre verdiği son derece normal bir hukuksal kararmış ve Ruhi Su'nun derhal (nakledilmesi) gerekiyormuş, fakat daha önceki yargıç nedense bundan kaçınmış. (Bildiğim kadarıyla tahliye veya şevke yetkili olan sadece yargıçlardır, savcı talep edebilir, ama kararı yargıç verir.) O zamanlar sol eğilimli olmayan babam, ilk Ruhi Su plağını eve getirdiğinde (1971), sanki sıradan bir olay gibi anlatmıştı.

1978 yılıydı, İşçi Partisi, planladığı bir ‘gece’ için Ruhi Su'nun katılımını arzu ediyordu. Merkezde görevli bir arkadaşım nedense beni uygun gördü Ruhi Bey ile görüşmem ve onayını almam için...

Ben kendisini sadece konserlerde görmüştüm o zamana kadar... Tabii sevinerek kabul ettim ve Nişantaşı’ndaki evlerine gittim. Ruhi Bey ve Sıdıka Hanım karşıladılar ve buyur ettiler. Partinin çağrısı konusundan sonra, Ruhi Bey'in sıcaklığından cesaret alıp yukarıdaki olayı anlattım. Kendisi çok etkilendi ve ‘O genç hâkimi hatırladım' dedi ve babama sevgilerini iletti.

Babama olayı anlattığımda; benim olayı anımsadığıma ve Ruhi Su'nun 20 yıl sonra gelen selamına çok sevindi. Kendisini tekrar görürsem selamlarını ve sevgilerini iletmemi istedi. Bu mümkün olmadı, bir daha Ruhi Bey'i göremedim. Babam da 1988 yılında bir beyin kanaması geçirdi ve göçtü...

Sayın Ekmekçi, bildiklerimi iletmeye çalıştım. Tarihler konusunda daha hassas bilgiler bulduğumda -eğer isterseniz- memnuniyetle aktarmaya çalışırım. Saygılar sunarım."

Haluk Somer'e çok teşekkür ederim. Böylece Ruhi Su'ya yakınlık gösteren Cumhuriyet Savcısı Muharrem İlleez'le birlikte, yargıç İlhan Somer’i de bulmuş olduk. Onlar, bu dünyadan göçüp gittiler; ama, iyilikleri kaldı. Işıklar içinde yatsınlar!

Yarın 30 Ağustos, büyük utkumuz, bayramımız. Kutlu olsun!