Rıfat Ilgaz günleri...

Türkiye'den bir bölük yazar, bir haftalığına Almanya’ya çağrılmışlardı. Berlin eğitim, spor senatörlüğü, orada "gençlik yazını" konulu bir toplantı düzenlemişlerdi. Gazetelerde haberi gözüme çarpmadığı için, okurlara bunu duyurmak istedim. Bildiğim kadarıyla, Türkiye'den gidenler arasında şu yazarlar vardı:
Mehmet Başaran, Alpay Kabacak, Ali Püsküllüoğlu, Atalay Yörükoğlu, Emin Özdemir, Talip Apaydın, Kemal Demiray, Özdemir Nutku, Muzaffer İzgü, İnci San, Farhan Oğuzkan, Tahsin Yücel, belki daha da vardır. Erdal Öz, pasaport alamadığı için katılamamış toplantıya. Üzülmüşler, oradakiler elbette. Almanya'dan da, Fakir Baykurt, Adnan Binyazar, Arif Gelen, İncila Özkan, Yusuf Ziya Bahadınlı, daha bazı Türk yazarları katılmışlar. Öğrendiğime göre, oldukça olumlu geçmiş toplantı. Yararlı olmuş.
Toplantıyı düzenleyenler mi iyi hazırlık yapamadılar, yoksa basın mı görevini tam yapamadı, toplantıyla ilgili haberler çıkmadı basında. Yazarlarımızın orada “gençlik yazını” üstüne söylediklerini öğrenemedik. Belki izlenimlerini yazanlar çıkar da, öğreniriz artık...
Ankara’da zaman buldukça "imza günleri"ne yetişmeye çalıştım. Yetişemediklerime selam yolladım. Bilirim. İmza günlerinden yazara bir şey kalmaz. Kitaplarının satılmış olması gönendirir, o kadar. Ancak yazarın okurlarıyla yüzyüze gelmesi, birkaç dakikacık da olsa söyleşmesi, onu gönendirir. Cuma günü "Dost Kitabevi"nde “Adam Yayıncılık"ın imza gününe katılanlar arasında Rıfat Ilgaz, Orhan Asena, Tarık Dursun K. vardı. Can Yücel de gelmişti. Tarık Dursun, bir okura adını sordu, şöyle dedi:
Okurun adını soruyorum. Ekmekçi duysun diye. Bak bak, Tarık Dursun'un da okuru var, desin!
Tarık Dursun'la İlhami'yi konuştuk, yıllar öncesinden arkadaşız.
Can Yücel, takılıyor oturduğu yerden:
Ekmekçi yazarsa, adamı öldürür!
Tarık Dursun anlattı fıkrayı, şöyle:
Kurbağa, leyleğe demiş ki:
Yahu bak, uzun bacakların var, koşabilirsin, kanatların var uçabilirsin, gagan kocaman; istediğini avlayabilirsin, neden beni yakalayıp yiyorsun?
Leylek kurbağaya karşılık vermiş.
Avlanmanız kolay! Demiş.
"Ankara Notları”nda kimileyin hani, “oyuna gelmeyin!" demek isterdim ya satır arasında, bu bir anlamda da "av olmayın!" demekti.
Cumhuriyet, "Gençlik Ekleri" çıkarıyor ya oturup gençlerimiz üzerine, özellikle içerideki çocuklarımız üzerine uzun uzun düşünmeliyiz. Onları topluma kazandırmanın yollarını arayıp bulmalıyız...
Rıfat Ilgaz'la, önce Evrensel’de, sonra bir dost evinde söyleşme olanağı buldum.
Evrensel’de, Celal Vardar oturuyor Rıfat Ilgaz'ın yanında, Celal Vardar, yıllar önce: “Suya dokunmazmış/Sabuna dokunmazmış/Pise bak!" şiirini yazan ozan, onun da saçları Rıfat llgaz'ınki gibi apak! Niyazi Akıncıoğlu da, o kuşakların ozanı, Mehmed Kemal’i de unutmayayım. Celal Vardar, M. Niyazi Akıncıoğlu'nun şu dizelerini mırıldanıyor:
"Selamın geçiyor belli ki/Yeşerdi telgraf direkleri/Ben deli divane olmuşum/Çok mudur" şiirin adı mı, "Sevda"...
Celal Vardar, defterimi aldı, "Kırklı Yıllar" başlığıyla şu dizeleri yazdı:
"Harp vardır/Darp vardır/Veremin ilacı parayla/Rıfat Ilgaz'ın şiiri bedava/Ayıp derler/Utan derler adama..."
Biz oturup söyleşirken, Rıfaz Ilgaz, okurlarına kitap imzalamakta, okurları gencecik, çocuklar var aralarında. Yıllarca hakkı yenmiş, horlanmış “Hababam Sınıfı" yazarının bir imzasını almak, bayram etmelerine yetiyor çocukların. Rıfat Ilgaz’la "Kel Mahmut"u görmeye gideceğiz: Kel Mahmut'un gerçek adı: Nihat Dicle. Şimdilerde seksen yaşını bulmuş olmalı. Böyle bir görüşmeyi, Ankara'da Basın-Yayın Yüksek Okulu öğrencisi genç gazeteci Mehmet Yücel düzenledi.
Yazarlar, çizerler, gazeteciler barıştan, dostluktan söz ederiz ya, çoğu kez, bunu kendi aramızda gerçekleştiremeyiz. Çekememezlikler, birbirinin kuyusunu kazmalar, önünden, ardından konuşmalar hiç eksik olmaz. Oysa, herkese yer, herkese iş vardır, bir kap yemekten geçtim, bir sofraya oturmazlar!
Bir fıkra var, çok hoşuma gider: Bir köye, yabancılardan oluşmuş bazı kişiler gelir, inceleme yapmaya. Diyelim, İngilizler. Köyde nereye inecekler, bir ağanın evine inerler, otururlar. Geç vakittir: Ağa da herhalde adı ağa. Evde konuklara sunacak çok bir şeyi de yokmuş:
— Yumurta pişerelim! deyip, hazırlığa başlamışlar...
Bir sahana dört, beş yumurta kırıp pişirip getirmişler. Konukların Türk arkadaşı:
Yahu, demiş, bunlar gavur! Ayrı tabaklarda verseydiniz... Ağa karşılık vermiş:
Biz, demiş itlere ayrı kaplarda veririz dalaşmasınlar diye! Bunlar da mı öyle yiyorlar?