Rauf İnan’ın Anlattıkları...

Dikili Şenliği dönüşünde eğitimci Rauf İnan telefon etti. İran Başbakanı Musavi'nin, Anıtkabir'e gitmeyişine, Türkiye'de söylediği sözlere çok içerlemişti. Şöyle dedi:
Bu İranlıların yaptıkları, şu kadarını söyleyeyim, cahilliktendir, zırcahillikten! Bunu istersen, benim adımı da söyleyerek yazabilirsin. Cahilliktendir, çünkü, bir Başbakan, bir ülkeye gideceği zaman önce o ülkenin tarihini, o ülkenin büyük adamını okuması, öğrenmesi gerekir. Bunu okumadan gelmesi cahilliğindendir. Ve bu cahillik yüzündendir ki, İran bugün kırılıp gidiyor. İran gençliği mahvoluyor. Bu savaş da odur. İki Müslüman ülke -ki Müslümanlar kardeştir- birbirlerini kırıyorlarsa, bu cahilliktendir. İran Başbakanı Müsavi, bir kez Atatürk’ü okumuş olsaydı, şunu görecekti: Atatürk, sadece Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş değil, İslâmı da kurtarmıştır. Atatürk'ten önce kaç tane İslam devleti vardı? Atatürk gelmeseydi, İran bugün var mıydı? Bunları Tanrı aşkına yaz! Bir şey daha içime dokunuyor, sınırlarımızdan içeri girdiler bu İranlılar, sınırda bizim bir yüzbaşımızı vurdular, hükümetin sesi çıkmadı, çıkmaz oldu!
Rauf Bey, İran Başbakanının gelişinde kabahat hükümetin değil mi? Erteleyebilirdi gelişi, kabul etmeyebilirdi!
Elbette!
Cumhurbaşkanı nasıl kabul etti?
Sorma! Bu olay, bizim için yüzkarasıdır. Bu adam (Müsavi), önce Atatürk’ü okumuş olsaydı, Atatürk'e... En büyük Müslüman Atatürk! İslam âlemini kurtarmıştır o. Atatürk geldi de.. Sadece, İslam alemini değil; Asya-Afrika'yı kurtardı. Türkler tarihte iki kez Asya- Afrika'yı kurtarmışlardır; biri Haçlı Seferleri, biri de bizim Kurtuluş Savaşımız. Bu adam, Atatürk’ü tanısa, onun taşını öpmesi gerekirdi.
Plajlarda, kadınlar çıplak filan ya, ona bozuluyorlar. Kadınları çarşafa sokmak istiyorlar. Sıkmabaş yapmak istiyorlar... (12 Eylül’den sonra Bülend Ulusu'nun İran'a gittiğinde, bu gerekçeyle havaalanından çevrildiğini duymuştum).
Bir kez şunu da söyleyeyim, aynı cahillik! Bundan iki yıl önce, burada bir UNESCO toplantısı oldu. Toplantının konusu "Osmanlı devletiyle Arap devletleri arasındaki ilişkiler”di. Burada, bir Suudi ArabistanlI, bize bir "İslamiyet" dersi verdi. Sonra, biri de konuşurken "Laiklik Tanrıyı tanımamaktır!’’ dedi. Bizim ulemayı kiram hazeratı (ulu bilginler) sustular. Tabu, ben susmadım. Onlara dedim ki:
Bir kez Türkiye, dünyada hiç kimseden Müslümanlığı öğrenmek gereksiniminde değildir. Dünyada hiçbir ulus da, Türkler kadar islamiyete hizmet etmiş değildir, iyi bilmek gerekir. Laiklik nedir? Türkler laikliği de iyi bilirler, dini de iyi bilirler. Onlara, bir Arap kralının Kuran için söyledikleri var, Kuranı parçalar o sarhoşlukla. Onun söylediklerini de Arapçasıyla okudum onlara. Sonra şunu da söyledim. Peygamber diyor ki, “Bilginler, peygamberlerin kalıtçılarıdır". İslam devletlerini yönetenler bilgin olsalar ya da bilginler, bu Müslüman devletlerde müstebit olan, zorba olan yöneticilere yol gösterseler, Müslümanlık böyle olmazdı Ama gerçekte, İslam dünyasının bilginleri, onlar da cahil! Bunları söyledim...
En belirgin örneği şu: İngiliz casusu Lawrence, pekâlâ Arapları kandırdı; Peygamberin vekili olan halifeye karşı -Türkler de Müslüman, onlar da- kışkırttı. Arapları Türklere düşman yaptı, birbirine kırdırdı. Hatta, Lawrence'in anılarında şu geçer: "Bir gün, diyor, çölde bir savaş olmuştu, akşam, ay da vardı, ayazdı. Çöl yaralıların iniltileriyle doluydu. Geceyarısına doğru, inilti kesildi. Çünkü Araplar, kendi yaralılarını çadırlara almışlardı, bakıyorlardı Türklerse donmuştu..." Yaz Tanrı aşkına bunu! Suudi’lere yanıt verdikten sonra, Cezayirli, Tunuslu ve bir kişi daha gelip beni kutladılar. Ben Humeyni'ye de, Kuran’dan bir ayet yazıp gönderdim. Bir örneğini de Meclis Başkanına (Karaduman'a) postaladım. Arapçasını da yazdım ayetin, şöyle diyordu: “Ey inananlar, hepiniz barışa girin, şeytana ayak uydurmayın! O sizin apaçık düşmanınızdır!" Savaşı durdurmalarını söyledim. Şimdi, İran gençliği, zavallı, yok olup gidiyor... TRT eski genel müdürlerinden biri geçenlerde TV’de, "Şimdi artık Müslümanlar, birbirlerini çok seviyorlar!" diyordu. Hangi seviyorlar? Nerede, birbirlerini seviyorlar Müslümanlar? Şu İranlıların sınırı geçip, bir yüzbaşımızı öldürmelerine ne demeli? Demek unuttuk gitti! Bu ne kişiliksizlik, bu ne vurdumduymazlık? Apathie (duygusuzluk) bu, apathie!
Rauf İnan:
İşte, şimdi cezalarını çekiyorlar, diyordu. Nedir bu, 150 milyonluk 22 Arap devletinin hali? Lübnan'daki durum nedir? Amerika, oyuncak gibi oynuyor onlarla. Bunlardan çok acı duyuyorum Düşündüklerimi, duygularımı anlattım, biraz boşaldım.
Musavi'nin Türkiye’ye gelişi sırasında, Avrupa'da yurtdışındaydım. Gazetelerden izledim olayı. Hinthorozu Erdal Bey, protesto ederek, karşılamaya gitmemişti. Bir iki gazete dışında, basın olaya duyarlılıkla yaklaşmış, görevini yapmıştı. 18 Haziran 1987 günlü Cumhuriyet’te "Devlet Yönetmek" başlıklı başyazının bir yerinde özetle şöyle deniyordu:
"...Ülkemizi resmen ziyaret eden her yabancı başbakanın, Atatürk'ün Anıtkabri'nde saygı duruşuna geçmesi, bir protokol göreneği oluşturmuştur. İran Başbakanı, bu göreneği çiğnemek istemiş, resmi gezi programında, bu isteğine 'evet' denmiştir. Bu da yetmemiş, taraflar arasında saptanan resmi gezi programını hiçe saymakta pervasız İran Başbakanı, bu kez, Konya'da Mevlana türbesini ziyaret ederken, 'Anıtkabir’i ziyaret etseydim, münafık durumuna düşerdim' demiştir. Sayın Müsavi, Türkiye sınırları içinde konuk iken, her davranışıyla Humeyni ideolojisinin propagandasını yapmakta sınır tanımamıştır.
Olay, protokol sorunu kapsamını çoktan aşmış, skandal boyutlarına ulaşmıştır.
Sayın Müsavi, devletimize saygısızlık etmiş, ulusumuzun onurunu yaralamıştır. Ne yazık ki, Özal hükümeti de Türkiye'nin yara alması için her türlü olanağı yaratmış, onurumuzu korumakta üstüne düşen dikkat ve özeni gösterememiştir.
Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin böylesine aşağılanmaya layık olmadığım anımsatarak diyoruz ki, biz başımızda ülkeyi şirket gibi değil, devlet gibi yöneten bir hükümet istiyoruz."