Emekli veteriner Prof. Ragıp Saguner’le (82) tadına doyulmaz bir söyleşiye kendimizi kaptırmış gidiyoruz.
Domuz, domuz ahırındaki erkekle, dişi domuz koku yayıncaya değin ilgilerimiyordu. Ragıp Saguner:
Sanki biz ilgileriiyor muyuz? diyordu (gülüşmeler). Domuzlar, erkek dişi birlikte yaşamıyorlar mı? Yani, bir sürü düşünün, sürünün bir komutanı var, arkasında bir dolu, erkek dişi. Dişi domuz, erkek domuzu seçinceye değin, kimse ona yanaşamıyor. Böyle yaşıyorlar. Yoksa, tümü aile halinde değil. İlk insanlar gibi ortak aile, karı-koca yok.
Ragıp Bey, kimileri, domuz dişisini kıskanmaz, domuzun etini yiyen de dişisini kıskanmaz! diyorlar. Buna ne dersiniz? Bununla tüm Hıristiyanlara hakaret etmiyorlar mı?
Müslüman olmayana hakaret ediyorlar. Domuzun kıskanç olmadığını söylemek de, etini yiyenin de kıskanmayacağını söylemek de, bilimsellikten, hatta bilgisizlikten de uzaktır. İnsan karakteri, yediği yemekten aldığı gıdalardan psikolojik olarak etkilerimez. Böyle öğeler yoktur onda. Yalnız vücudu besleyen öğeler vardır. Kaz yiyen kaz gibi, hindi yiyen hindi gibi mi olacak? Tatarlar at eti yerler, onlar at gibi kişniyor mu yani? Çok bilgisizce, çok kötü bir şey!
Türkiye’de domuzların dramına örnekleriniz var mı?
Size Et ve Balık Kurumu’nda başımızdan geçenleri anlatayım: Kimileri, domuzu gerçekten günah sayıyor. Yahudilerden geliyor bu yasaklama aslında. Araplar, İslâmı, Yahudilerden esinlendikleri için, domuz totemini korumaya çalışmışlar. Niye Türkiye’de hayvan kaçakçılığı var? Cezire denen bölgede bile hayvan, insan beslenmesine yetecek durumda değil. Hele çöllerde, deveden başka hayvan yok. O yüzden Arabistan’da çekirge bile yiyorlar. “Cerrara... cerrara...” diye sokaklarda çekirge satarlar. Anadolu bu gereksinimi duymamış. Bizim gelip yerleştiğimiz Anadolu, çok güzel yerdi domuzu. Biz birlikte İslamlığı getirdik. İslamdaki şeyleri anlamadık, sahtekârlık yaptık. Kuran’daki “tezkiye” işini yanlış yorumladık.
Türklerin domuza düşmanlığı var mı?
Aleviler, domuzun girdiği bahçeye girilmez gibi bağnaz korkuya bağlı değillerdir. Sünni mal sahibi ise domuzun girdiği bahçeye girmez şartlandırmadan. Şartlandırma da şöyle olur: Yedi tas bir köşeye, yedi tas bir başka köşeye su dökerek, domuzun günahlığını bahçeden kovduğuna inanır. Ben, Et ve Balık Kurumu’ndayken Ege Bölgesi’nde domuzlar, tarlalara, bahçelere girer, hem yerler hem çiğnerlerdi. Zavallı köylüler, geceleri nöbet bekler, onları vururlardı. Yarım milyona yakın domuz Ege Bölgesi’nin anasını ağlatırdı. Yıl 1952-53, tarih boyunca domuz tarlaları harap etmiş. Bu hayvanlar öldürülüyorlar, fakat öldükleri yerde de kalıyor, yenmiyorlar. Ne derisinden ne etinden yararlanılıyor. Et ve Balık Kurumu yöneticileri olarak usumuza geldi, “Vurulmuş domuzları biz alalım, yüzelim, etlerini parçalayalım, İtalya o zaman Türkiye’den yaban domuzu alıyordu, oraya satalım!” Ama ilk güçlük şoförlerde çıktı; İzmir’e gidip de soğuk kamyonlara yükleyip taşımak istedik. Taşımadılar. Çünkü “Domuz taşımam ben!” diyor. Domuzun her şeyi, kokusu bile günah sayılıyor. Fırçaları bile “Domuz kılından yapılmıştır” diye yasak ettiler. Eee, sürücü bulamadık. Fazla çalışma ücreti falan filan, birkaç kabadayı çıktı. Ama arabaya ölmüş domuzu yükleyecek, tarlada köylü bulamadık. Yahu, orada servet yatıyor, döviz yatıyor. Onu kamyona yükleyeceksiniz, gidecek kesim deposuna, orada işlemler bitecek. l-ıh. Türkiye bir domuz yasağı korkusuna sokulmuş, kokusundan tutun, resmini bile görmeyi günah sayıyor kimileri. Ege’de görürüz, kulaklarını bile tıkarlar. Bu derttir!
Domuzu yasak sayan şeriatçı İslam erkeği, sosyal değildir. Kıskanç da değildir. Neden? Bir kez, birinci karının üstüne ikinci karı, üçüncü karı, dördüncü karı alma yoluyla, kanlar arasındaki yeğlemeyi (tercihi) yitirmiş oluyor. Benim karımın yanına güzel biri geldi diye, karımı tepmem, atmam. Ama, o boşuyor. Şeriatta dört kadını da, hiçbir işleme, hiçbir ödemeye gerek duymadan bir sözcükle atabilirsiniz. “Boş” dediniz mi, bitmiştir. Yani, sevdiğini bu denli kolay atabileri kişi kıskanç değildir. Sokağa atıyor, hem de beş parasız. Kabul etmediyse emzikteki çocuğunu birlikte atıyor. Buna artık, “Karısını koruyor, kıskanıyor” denmez. Siz bunlara inanıyorsanız, kusurumu bağışlayınız. Sonra dört karıyı aynı anda... Şöyle: Birinci karıyı alıyor, üç yıl kullanıyor, ikinci karıyı alıyor, kullanıyor, dört karı! Öyle oluyor ki bu, zamanı geliyor, dördünü birden boşuyor. Dördünü birden alıyor.
Boşanabildikçe alıyorsunuz. Her karı ile iki yıl yaşasanız, kırk yılda seksen karı alabilirsiniz. Dört karı olunca, 4 x 80 = 320 karıyla yaşam sürebilirsiniz, şeriatta!
Ona, ressam Rasin’in yaptığı domuz tablosunu gösteriyorum, hayran kalıyor. Rasin, tablosunu imzalarken; “Sevgili Ekmekçi’ye, sağlık, mutluluk, domuzuna üretkenlik dileklerimle” diye yazmış.
Rasin, bu domuz tablosunu yapıp gönderdiğinde, kitaba da koyabilmek için fotoğrafını çektirmiştim. Dişi bir domuz portresi. Fotoğrafı çeken Selahattin Akman, baktı baktı:
Yav, domuz bu denli güzel miymiş? dedi.
Ragıp Saguner sordu:
Bu tablonun adı ne?
Bilmem, koymadık.
Bence “iletişim” olmalı. Öyle bir bakışı var ki, “Ben seni sevdim, gel!” diyor.
Domuz tablosu, bana Rasin’in yeni yıl armağanı oldu. Bizde ressamlar, hatta çizerler nedense domuz çizmezler. Oysa, Batı’da çizerler kuşkusuz.
İsmail Gülgeç “Domuzuna Yazılar”a güzel çizgiler çizdi. Uzgöreçte, domuz filmleri gösterilir çocuklara. Bunları da göstermemek için kim bilir neler yapıyorlardır? Eşek yasak değil de domuz yasak. Bilmem, 148 ne der buna? Domuz çantalı Tansu ne der ki? Zavallı domuzcuklar neler çekiyorlar?
Tüm okurların yeni yılı kutlu olsun!