Rafet Bey’in Kedisi...

İlkin, Rafet Bey'in kedisi öldü; hepimiz çok üzüldük. Sonra yavrusu çıktı ortaya kedinin; tıpkı anası. Tekir kedi ikisi de. Her sabah erkenden, kapının önüne gelir miyavlar. Gider kapıyı açarım; dış kapıya doğru yürür:
Dışarı mı çıkacaksın?
Miyav!
Pekâlâ, gel bakalım!..
Önceleri kapıyı açar açmaz, dışarı fırlardı; miyavlayınca kapıyı açmama şaşırmış gibi, arkasından tekme vuracağımı mı sanıyor, nedir, atıyor kendim dışarı...
Rafet Genç'in kedisi bunlar, anası da, yavrusu da; çocuklar:
Baba, kedi Rafet Amca'nın değil, oğlu Orkunun diyorlar. Olabilir.
Rafet'e takılıyorum:
Bir gün senin kediyi yazacağım, “Rafet Bey'in Kedisi” olacak adı. Rafet kıkır kıkır güler:
Yaz valla...
Kediyle konuşmak ne hoş! Eşim takılıyor:
Sen zaten yalnız kedilerin dilinden anlarsın!
Aaaa, giderek onlar da konuşmaya başlıyorlar, ne iyi...
Rafet Genç, biz Akçay'da dinlencedeyken öldü. Haberini gazetede okuduk. Ondan önce Nimet Arzık öldü. Kızı Fatma'yı aradım, başsağlığı diledim. Nimet Arzık, gazetecileri yazıyordu; bir gün eve çıkıp geldi, pat diye.
Seninle konuşmak istiyorum, gazetecileri yazıyorum dedi.
Anneee demişim, ödüm koptu. Ne yapacaksın beni yazıp da yahu?
Yazacağım, hepinizi yazacağım Yalnız sen bana konuşacağımız bir gün ver, geleyim...
Olur, konuşuruz, hele biraz geçsin bakalım, sen hazırlıklarını yap da...
Atlattım diye seviniyordum. Gazetecilerden çekiniyor muydum?
Fatma söyledi, Nimet Arzık’ın "gazeteciler” çalışmasını bulmuşlar, ölümünden sonra; Uğur Mumcu’yu bitirmiş, daha kimleri hazırlamış acaba? Çeşitli gazetelerde, övdüğü az, yerdiği çok oldu. Hiç küsmedim, alınmadım. Bir gün, “Sen kimsin be!” dedi; hiç oralı olmadım. İçinden bir sevgisinin olduğunu sezmez değildim!
Rafet'i anlatıyordum; Milliyet'te birlikte çalıştık. Daha önceleri, başka gazetelerdeyken de, haberleri paylaştık. Bir olayı birlikte izleyip birlikte oturup yazdığımız oldu. Evlerimiz altlı üstlüydü. Zaman zaman çalışma odamın penceresinden görür, seslenirdim. Günün haberlerini konuşurduk. Evde içecek bir şey kalmadıysa, ilk usuma gelen Rafet olurdu. Çok kez, işsiz, parasızdı. Ama bunu hiç belli etmezdi. Bir gün Eylemle Özlem, Kızılay'a inecekler otobüsle, durağa geliyorlar, Rafet Genç orada; belli ki o da otobüse binip Kızılay'a inecek. Otobüs geliyor, Rafet Genç, otobüse binmiyor. Binse, çocukların biletini de alacak! Oysa kendinin basın kartı var. parasız binebilir; bekliyor durakta...
Başaran'ın kızı, Deniz'in ölümü de o günlerdeydi; uğunup kaldık. O da bir ara gazeteciliğe bulaşmıştı; Cumhuriyetin Düzeltme bölümünde çalışıyordu...
Torbalı Belediyesi, Torbalıda bir parka Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı, gazeteci Rafet Genç'in adını vermekle çok iyi bir iş yaptı.
Asım Bezirci'nin “Yön” Yayınlarında çıkan “Bilimden Yana" adlı yapıtında vardı, bir denemesi, “Güle de, Sümbüle de, Karanfile de..." başlıklı. Bezirci orada, 2800 yıl önce yaşayan Grek ozanı Hesiodes’in şu dizelerini anıyor: “Çömlekçi çömlekçiye imrenir hep. dülger dülgere/Dilenci dilenciye düşmanca bakar, şair de şaire..."
Asım Bezirci, “Gözüpek Hesiodes’in dürüstçe açığa vurduğu bu eskimeyen olgu, şairleri mi kapsıyor yalnızca? Yazık ki değil! Edebiyatın öbür türlerinde (roman, hikâye, oyun, deneme vb.) kalem oynatanlar da birbirlerini yemekten geri durmuyorlar. Şairler kadar olmasa bile, onların da çoğu meslektaşlarını aşağılayarak kendilerini yüceltmeye uğraşıyorlar. Bu yolda öyle ince oklar, süslü taşlar, gizli ağular kullanıyorlar ki insan şaşakalıyor.." diyor
Bir gazeteci Kemal Ahmed varmış, 1935lerde Nâzım, onun ölümü üstüne şiir yazmış. Nâzım’ın “Kemal Ahmed" başlıklı şiiri şöyle: “Kafası/yüzde yüz uygun muydu kafama/bilmiyorum ama/ o benim soyumdandı.
Etiyle kanıyle değil/Belki de heyecanıyla değil/Batırıp parmaklarını kanayan yarasına/Beyninin ışığını sattığı için/Bir ekmek parasına.
Fakat ne yazık ki, o/Namludan kopan bir kurşun gibi haykırıp / Karanlık acılarının camını kırıp/Güneşi doludizgin gözlerine dolduramadı!
Gün geldi ağrıdan ayakta duramadı
Ve işte o zaman/Çocuğunu boğan/Aç bir ana gibi,/Bir çözülmez çemberin kıvranarak içinde/Boğdu kendi elleriyle yüreğini/Bir rakı kadehinde.
Tutunmak istedi, kaçtılar/Çalıştı, kırbaçladılar/Susadı kendi kanını içti o!
Parça parça insan kafası satılan.
Kaldırımlarında aç yatılan/Bir caddeden/Mukaddes bir ıstırap şarkısı gibi gelip/Geçti o!...”