Ankara ahkâmı şahsiye (kişisel haklar) davalarına bakmakla görevli a Sulh Hukuk Mahkemesi, Halkevleri Kayyımı Yusuf Çetin'e şu yazıyı yazdı:
“Mahkememizde görülmekte bulunan kayyım tayini davasında, malların kayyımı bulunduğunuz Halkevleri Derneği'nin yasal yöneticilerine teslim edileceği için:
1.Sıkıyönetim ilanından bu yana yürüttüğünüz kayyımlık faaliyetlerine ilişkin bir raporu mahkememize ibraz etmeniz,
2.Emniyet ve Valilik yazılan gereğince Halkevleri Derneği’nin faaliyete geçmesi için bir engel kalmadığından mallarının yöneticilere teslimi için derneğin malvarlığını belirten bir listeyi mahkememize bildirmeniz rica olunur.”
Yazının özeti, Halkevleri davası aklanmayla sonuçlanmış, çalışmaya başlayacak artık, 12 Eylül’den sonra elkonmuş olan malları da teslim edilecek, Kayyım Yusuf Çetin, bunların listesini mahkemeye versin. Halkevciler, 12 Eylül’den sonra, askeri mahkemeye verilip yargılandılar. Birçok yöneticisi “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı aldılar. Ahmet Yıldız, Ferhat Aslantaş, Erol Saraçoğlu'nun dosyaları önce ayrıldığı için, en son aklandılar. Daha sonra aklananların bazılarının adlan şöyle:
Niyazi Ağırnaslı, Oğuz Türkyılmaz, Hüsnü Solmaz, Akın Birdal, Ergin Atasü, Mehmet Tomanbay, İsmail Dinçer.
Halkevleri, cumhuriyetin temel kurumlarından biriydi. Köy Enstitüleri gibi o da, halk bilinçlenmesin diye, kapatıldı durdu. İlk kitapları, ilçemizin halkevinde okudum. Bir piyano, orada dururdu. Temsiller orada verilir, toplantılar orada yapılırdı. Şinasi'nin “Şair Evlenmesi” oynuyorduk. Ben Ebüllaklaka rolündeydim. Temsil gecesi, bir sarık gerekti. Eh, gece nasıl olsa gerekli değil diye, camiye gidip, hocanın sarığını aldık. “Temsilden sonra yerine koyarız” diyorduk. Yatsı namazını hesaplayamamışız. Tam oyunun sonuna doğru, bir de ne göreyim, caminin imamı Yahya Efendi, en arkada kaşlarını çatmış, bana bakmıyor mu? Sarığını tanımıştı... Oyundan sonra, sarığını kendisine teslim ettik artık!
İsmet Paşa'nın, cumhuriyetin onuncu yılında, Ankara Halkevi'nde yaptığı bir konuşma var, ilginç, ilgilileri düşündürsün diye, bir bölümünü vermek istiyorum. Şöyle diyor İsmet Paşa.
“Çok değerli dinleyicilerim;
Bugün memlekette yeniden yirmi bir halkevi açılıyor; şimdiye kadar mevcut olan 34 ile beraber 55 halkevi bugünden itibaren faaliyete geçiyor demektir. Halkevini, adı üstünde olduğu gibi, halkın külfetsizce ve yüksek gayretler için daima toplanmasını temin eden bir vasıta ve bir yer addetmek, yalnız bu kadarı dahi, bunun büyük bir milli müessese olduğunu anlatmak için kâfidir.
Arkadaşlar
Halkevleri vatandaşların külfetsiz toplanacakları yer olduğu gibi vatandaşların memleket ve millet işlerini bilhassa milletin yüksek kültür işlerini, düşündükleri gibi, zahmetsiz konuşabilecekleri bir yerdir. Halkevleri'ne ilk açıldığı günden itibaren büyük bir milli müessese ehemmiyetini atfettik..
...Arkadaşlar; biz muharebe meydanında bulunan o adamlarız ki, muvaffakiyet kazanmak için birbirimize can vermek lazım geldiğini söyleriz; eğer muharebe meydanında bulunan bir adam muzafferiyeti kazanmak için arkadaşlarına bilâkis dua etmek, şu veya bu tarzda kendini avutmak lazım geldiğini söylerse, o adam elbette yalan söyler ve o idare, memleketi belaya sokar...” (Ankara Halkevi Dergisi, 29.10,1933)
İsmet Paşa'nın konuşmasında satır arasında söylemek istediği şudur: Kurtuluş Savaşı, hacının, hocanın dualarıyla kazanılmadı!
Nazım’ın “Kurtuluş Savaşı Destanı”ndan okuyorum; şöyle.
“Saat beşe on var. /Kırk dakika sonra şafak sökecek,/Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak'/Tinaztepe’ye karşı Kömürtepe güneyinde, 15'inci piyade fırkasından iki ihtiyat zabiti,/Ve onların genci uzunu/Darûlmuallimın mezunu/Nurattin Eşfak./Mavzer tabancasının emniyetiyle oynayarak/Konuşuyor:/— Bizim İstiklal marşında aksayan bir taraf var/Bilmem nasıl anlatsam;/Akif, büyük şair, inanmış adam/Fakat onun ben/inandıklarının hepsine inanmıyorum./Beni burda tutan şey,/Şehit olmak vecdi mi/Sanmıyorum/Mesela bakın/Gelecektir, sana vadettiği günler hakkın'/Hayır/ Gelecek günler için/gökten ayet inmedi bize/Onu biz kendimiz/vadettik kendimize...”
Rabıta konusu alevlendi, köşesinden kıyısından olsun yanaşmak istemeyen köşe yazarları da sonunda girmek zorunda kaldılar. Hinthorozu Erdal Bey, babasının oğlu olduğunu, bir kez daha gösterdi. Cumhurbaşkanı Evren'in, Erdal Bey'i çağırdıktan sonra, ertesi günü görüşmekten vazgeçmesi, duygusal bir tepki olarak yorumlandı. Cumhurbaşkanları sinirlenmez, kızmaz, öfkelenmez diye bir şey yok, onların da sinirleri, duygulan var. Ama, görev sırasında bunların bastırılması gerekir. Çağrıya Erdal Bey uymasa ne olurdu? Olur mu öyle şeyi 27 Mayıs'tan sonra Gürsel'in çağrılarına gitmeyen bir parti lideri kamuoyunda puan topladığını sanırdı. Bunlar yanlış şeylerdir. Rabıta olayı ile ilgili Çankaya’nın ilk açıklaması yeterince doyurucu değildi. “Dilekçe Davası” olayından anımsıyorum, ülkenin saygın kişileri, hazırlanan dilekçeyi. Cumhurbaşkanına vermek istediler. Görüşmek de istiyorlardı. İkinci nizamiyede, oradaki memura verebildiler, oradan Meclis Başkanı’na geçtiler. Günde kaç kişiyi kabul ederek görüşen Cumhurbaşkanının bu davranışı yanlıştı. Bir Fehmi Yavuz, bir Hüsnü Göksel, bir Bahri Savcı, bir Aziz Nesin, bir Bilgesu Erenus, bir Esin Afşar ikinci kapıda bekletilip, sayılmamalıydılar. Şimdi, “Ekmek-Hak Dilekçesi” hazırlandı. Turgut Bey, Amerika’dan gelir gelmez, dilekçe Cumhurbaşkanına, Meclis Başkanı’na, Başbakan'a, parti liderlerine sunulacak. Yine, nizamiyenin ikinci kapısından geri mi çevrilecekler Çankaya'da? İzleyeceğim…
Prof. Bahri Savcı, hafta boyunca Ankara’daydı. Bilar Bilim Merkezi'nde bir dolu konuşma yaptı. Sonuncusu, YÖK üzerine seminerdi. Bahri Savcı, konuşmasının bir yerinde sözü “Rabıta” olayına getirerek, özetle şöyle dedi:
“...Ben bu haftayı çok mutlu geçirdim. Fakat pek gazete okuyamadım. Merak ediyorum; acaba ‘Rabıta’ bizim mahalledeki camiye de yardım eder mi?”
Prof. Bahri Savcı, YÖK'le ilgili konuşmasında da şunları söyledi özetle:
1402 uygulaması geldi, şahsen ben çok memnun oldum. Daha da rahat ettim. Ama, İnsan Hakları Merkezi, hiç verim veremez duruma geldi. Bugün SBF’deki İnsan Hakları Merkezi çökmüştür. Çünkü akademik gelenekler bozulmuştur, ortak çalışma anlayışı yok olmuştur. YÖK döneminde, ortak ve birleşik tezler üretilememiş ve bilimsel platformlara sunulamamıştır. Halbuki, SBF'de İnsan Hakları Merkezi, böyle çalışmaları 12 Eylül’den sonra da yapmış, anayasa projesini hazırlamış, ayrıca gerekçeli bir anayasa metnim ortak bir çalışmayla ortaya koymuştu.”
Rabıta, hemen her yerde günün konusuydu. Biri, geç kalınca arkadaşına:
Kusura bakma, yolda ‘Rabıta’ya takıldım da! diyordu.
Yattığı yerde hiç sinirlenmemesi gereken Turgut Bey, “Rabıta” deyince, sinirlendi mi? Uydu aracılığı ile yapıları yayın karışımı verdi?
Rabıtat-ül İslam yerine, kimi yetkililer, “Dünya İslam Birliği” diyorlardı. Tahsin Saraç:
Öztürkçeye karşı olanlar bile Türkçesini kullanmaya başladılar Rabıta'nın. Çünkü, ‘Dünya İslam Birliği' denince, pek bir şey anlaşılmıyor! Şeriat örgütü olduğu pek ortaya çıkmıyor…
Açıklama
DİSK'in 20. yıl kutlama törenleri hakkında 12 Şubat 1987 tarihli Cumhuriyetle Mustafa Ekmekçi imzası ile yayınlanan “NATO'dan da atarlar mı ne?” başlıklı yazıyı tekzip ederim.
Norveç Sendikalar Konfederasyonu'nun Uluslararası İlişkiler Bölümü'nün sekreteri olarak, kutlamada bulunup bir konuşma yaptım.
Yazar Mustafa Ekmekçi'nin konuşmamı yanlış yorumlaması beni oldukça şaşırttı. Ben Türkiye'yi NATO’dan atmak istediğimizi söylemedim. “Türkiye kısa sürede kendini demokratik bir ülke durumuna getirmezse, NATO’da da yeri olmayacaktır” da demedim.
Dediklerim şöyleydi:
Türk halkının ve Türk sendikal hareketinin demokratik bir ortama kavuşması için yardımcı olmayı arzu ediyoruz. Sendikal hak ve özgürlükler demokratik sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Bundan dolayı Türkiye’de demokrasiyi, sendikal hak ve özgürlükleri savunuyoruz. NATO demokratik ilkeler için düşünülmüş bir savunma sistemidir ve LO Norveç'in NATO üyeliğinde kalmasını savunmaktadır. Arzumuz demokratik bir Türkiye'yi NATO üyesi olarak görmektir.
Yapılan bu yanlışın düzeltilmesini rica ederim.
Saygılarımla
NORVEÇ SENDİKA KONFEDERASYONU ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
Kaare Sandegren
Uluslararası Sekreter
24 Mart 1987, Cumhuriyet