Server Tanilli, 7 Nisan 1978’de, gece evine giderken silahlı saldırıya uğramış, ağır yaralanmıştı. Tanilli, "Beni bir öğrenci vurdu” demişti. Faşistin kurşunuyla yaralanan Tanilli sakat kaldı. Strasbourg'da öğretim üyeliği yapıyor. Yıllardır, tekerlekli sandalyesinde, savaşını sürdürüyor. Prof. Server Tanilli’nin Ankara’da yapılan "Anayasa Kurultayı” iletisini, kurultay başkan yardımcılarından Güngör Aydın okudu. Tanilli’nin büyük emekle hazırladığı iletiyi nisanın ilk haftası bir günde vermek istiyorum. Şöyle:
"Sevgili arkadaşlarım,
Demokrasi İzleme Komitesi’nin yolladığı “Anayasa Kurultayı” davetiyesi ile “T.C. Anayasası'nın Dayanması Gereken Temel İlkeler'' broşürünü aldım. Kendilerine büyük teşekkür borçluyum. Yazık ki aranızda bizzat olamayacağım bugün; öyle de olsa, şu birkaç düşünce ve dileğimi huzurunuzda dile getirmek isterim.
Davetiyedeki "Ülkemizde demokratikleşme çabalarının önündeki en büyük engel 1982 Anayasası'dır” sözlerine gerçekten, katılıyorum. Gerçi, bir toplumda, her şey anayasa ile başlayıp bitmiyor, ama onlar, hayırlı gelişmelere yol açtığı gibi takanak, giderek başbelası da olabiliyorlar. Bu gerçeğin olumlu örnekleri 1921,1924 ve 1961 anayasalarımızdır; olumsuz örneği ise faşist 12 Eylül rejiminin toplumumuza musallat ettiği ”1982 Anayasası” adı verilen metindir. Bir anayasayı, anayasa yapan öğelerden hiçbirine sahip olmadığı içindir ki ben bu metne, daha ilk günden başlayarak, "anayasa" da demiş değilim; onu konuşma, kitap ve yazılarımda, kanımca yerinde olarak, bir "polis yönetmeliği", bir “kışla talimnamesi" olarak andım hep. Ülkemize ve halkımıza hiçbir yönden yakışmayan ve bugün hemen hiç kimsenin tutmadığı bir paçavra, öyle görünüyor ki son zamanlarını yaşıyor. Bu bakımdan, bu Anayasa Kurultayı'nın, Demokrasi İzleme Kurulu'nun saptadığı temel ilkelerden hareketle yapacağı çalışma pek önemlidir; söz konusu çalışmaların ışığında ortaya konacak metni, demokrasi adına muhalefette bulunan ve —görünüşe göre— geleceğin iktidarını oluşturacak partiler yürekten benimserlerse, onların ileride parlamentoda gerçekleştireceği asıl anayasaya giden yol iyice berraklık kazanmış olur. Böylece, Anayasa Kurultayı'na da, bu partilerin liderlerine de tarihsel bir sorumluluk düşmektedir.
Sevgili arkadaşlarım,
Öteden beri savunduğum düşünce şudur: Biz Türkiyeli insanlar, çağdaş dünyada, "bağımsız, demokratik ve laik bir toplum" kurmanın kavgasını veriyoruz. Böyle bir toplum, bizim 200 yıla yaklaşan aydınlanma hareketimizin gelip ulaştığı bir ülküdür. Bu ülküye sahip çıkma, çağımıza olduğu kadar, geçmiş kuşakların özverisine de saygının bir gereğidir. Demokrasi İzleme Kurulu’nun saptadığı “T.C. Anayasası'nın Dayanması Gereken İlkeler", bu tür bir toplum yaratmada, üzerlerinde ciddilikle durulması gereken ilkelerdir; o kurulu, bu çalışmasından ötürü kutlarım.
Söz konusu ilkelerden hareketle ileride ortaya konacak metin, temel hak ve özgürlüklere saygıyı daha da güven altına alıcı önlemler getirirken, şu noktalarda da özel bir titizlik gösterilmelidir: Onlar da işçi sınıfının partisine özgürlük, Kürtlerin ulusal demokratik haklarının tanınması ve dinin mutlak olarak vicdanlara bırakılmasıdır.
Gerçekten, işçi sınıfının partisine, yani adıyla sanıyla, Komünist Parti’ye yasağı sürdüren nadir ülkelerden biriyiz. Çağımızda böylesi bir yasak, artık yüzkarasıdır bir toplum için; bu utançtan süratle kurtulalım. Öte yandan Kürtler, bizim öz kardeşlerimizdir. Türkülerimize varıncaya değin ortak olduğumuz, kız alıp kız verdiğimiz bu kardeş halka "bölücü'' diye reva gördüklerimize bir son verelim. Sonra unutmayalım, bölücülüğü, önce biz, biz Türkler başlattık ve hâlâ sürdürüyoruz. Türk ve Kürt halkları arasında bir birlik olacaksa -ki bence mümkündür ve dilerim de- "sevgiye, eşitliğe ve kardeşliğe dayalı, özgürce oluşan bir birlik”- olacaktır bu. Böylesi bir birliğin kuruluşunda ilk adımı biz atalım ve onun anayasal temellerini ve güvencelerini gösterelim.
Dine gelince... Çağdaş bir toplumda mutlak olarak vicdanlarda kalması gereken bu inanç adına, özellikle son yıllarda, topluma bir kurtuluş mesajı götüren insanlar ve örgütler türemiştir; bunların içinde, iktidara adaylığını koyanlar da vardır. Öte yandan hiçbir abartmaya kaçmadan söylemiş olalım; din bugün sokağa düşürülmüş ve vicdanlar üzerinde düpedüz bir baskı aracı haline getirilmiştir; inanmaya ve ibadete zorlanma, yalnız kişilerden değil, devletten ve görevlilerden de gelmektedir. Bundan daha tehlikeli başka bir şey olamaz. Çağımızda demokrasi, laik bir zemin üzerine oturtulursa işler; siyasal arenadaki mücadele de, bir laik güçler ve araçlar arasındaki mücadeledir; böylece demokrasi ve laiklik iç içedirler. Dinin devlet ve dünya işlerine karışmasına, devletin de -şu ya da bu yolla- inanç dünyasına müdahale etmesine engel olup, onu en kutsal barınağı olan vicdanlara emanet etmenin yollarını arayalım. İnsan haklarına, özgürlüğe, giderek demokrasiye saygılı olmanın gereklerinden biri de budur çağımızda.
Şu belirttiğim noktalara açıklık ve güvence getirmeyen bir anayasanın, Türkiye’de uzun süre yaşama şansına sahip olamayacağı kanısındayım.
Bu inançla, çalışmalarınızda başarılar diler, hepinizi saygıyla selamlarım.
Sevgili arkadaşlarım.
Server Tanilli.”
3 Nisan 1990, Cumhuriyet