Postane Nerede Çocuklar?..

Emekli öğretmen Cemal Sülü anlattı papaz fıkrasını. Papazın biri, uzak bir yere gider. Kaldığı otelde bir arkadaşına mektup yazar. Postaya vermek için çıkar, ancak PTT’nin yerini bilmemektedir. Köşede oynayan çocuklara:
Çocuklar, postane nerede? diye sorar.
Aha şurada, diye gösterir çocuklar.
Papaz postaneye gider, mektubunu atar. Dönerken, çocuklara.
Çocuklar ilginize çok teşekkür ederim. Bana postanenin yerini gösterdiniz. Ben de size bir iyilik etmek isterim; bu akşam şu karşıdaki sinemada, insanlara cennetin yolunu gösterecek bir film oynatacağım. Lütfen siz de gelin, parasız seyredin der.
Papazı dinleyen çocuklardan biri:
Siz, daha yanıbaşınızdaki postanenin yolunu bilmiyorsunuz, cennetin yolunu nasıl bileceksiniz? deyiverir...
Cemal Sülü, bu fıkrayı SHP'yi özellikle Hinthorozu Erdal Bey’i eleştirenler için söylüyor "Partililer içinde, en çok sevilen, beğenilen Erdal İnönü'dür" diyor
* * *
İsa Tanrıverdi'den sonra, Denizli'de Kızılcabölük kasabasında, baskılara dayanamayan ortaokul İkinci sınıf öğrencisi Bekir İkiz, canına kıydı. "Canına kıyanlar çoğalıyor" demek, hiçbir şeyi çözmüyor. "Neden çoğalıyor?" diye düşünmek gerek. Bir ülkeyi yönetenler, o ülke insanları için vardır. H.S. adında, Malatya'dan yazan bir okur, mektubunun sonunda şöyle demiş:

"Sayın Ekmekçi, sonuç olarak şunu söylemek istiyorum; sizin de her zaman yinelediğiniz gibi intihar etmeyen, intiharı çözüm yolu olarak görmeyen, daha bu haksızlıklara karşı göğüs gerebilecek gücü yitirmemiş binlerce İsa Tanrıverdiler var üniversitelerimizde, ve bu arkadaşlarımın huzurunda. YÖK’ün ve Yökseverlerin acımasız çarklarında onca yıllar öğütülmüş bir üniversite mezunu olarak saygıyla eğiliyorum."
Mektubuna da şöyle başlamış:
"Son, İsa Tanrıverdi'nin intihar olayı ve sizin de bu konunun üzerine duyarlıkla eğilip, üst üste makalelerinizde değinmeniz, beni geçen yıl YÖK+Yökseverlerin hışmına uğramış birisi olarak yaşadığım ibret verici olayları size yazmaya itti..."
Neydi H.S'nin başından geçenler 1984 sonunda, Ankara'da bir fakültede son sınıf öğrencisidir. Okul bitirme yıllığının hazırlıkları başlamıştır. H.S. toplumsal, ekinsel etkinliklerin hep içinde olduğundan, yıllıkta da görev almak ister. Yıllık da, 1985 yıllığı olacağı için “gençlik yılı"na denk gelir. Gençliğe çeşitli açılardan bakan yazı, karikatür, şiir, resim gibi benzeri yollarla, bir tartışma ortamı da açılsın isterler. Böyle bir yazıyı yazma görevi H.S.'ye verilir. Kurul arkadaşları yazıyı “Olumlu" karşılarlar Ancak, kuruldaki danışman hoca olan "doçent", H.S.’ye ağır saldırılarda bulunur. Yazıyı yırtar atar. Karşı gruptan bir öğrenciye yazdırılmış olan yazı yıllığa konur. Konan yazı, gençliğin cennetten bir parçada safa süren mutlu bir azınlık olduğunu göstermeye çalışmaktadır. O yıla değin, hep yıllıklara konulmuş olan Atatürk’ün gençliğe seslenişi, yıllık kapsamına alınmaz.
Yıllık çalışmaları sürerken, sınavlar da sürer elbette H .S tüm sınavları verir de. yıllık hazırlamada danışman olan hocanın dersinden kalır. Kendisiyle gider konuşur. Hoca:
Seni ne diye geçireyim? Ortada seni başarılı saymam için bir neden yok ki, 38 alarak kalan birini başarılı sayamam! der.
H.S tüm derslerini vermiştir, okulu bitirebilmek için, bir danışman hocanın dersi kalmıştır.
Yıl sonu ya, sıra balo hazırlıklarına gelir. Dekan, öğrencilerin derslerini asma pahasına topladıkları reklam gelirlerine el koyar, "Balonuzu kendi paranızla yapın!" der. Görüşme isteklerini geri çevirir öğrenciler, bu tutumu protesto edip, kendi paralarıyla kendi balolarını yaparlar. Bu baloda içkiyi biraz fazla kaçıran danışman hoca, H.S.'ye:
Seni 45 aldığın sınavdan bıraktığım için vicdan azabı duyuyorum! der
Hocam siz bana 38 aldığımı söylemiştiniz!
Hayır, 45 almıştın!
Güzün, H.S. o tek dersi alır. Kayıt günü aldığı dersin bölüm başkanı, aynı zamanda dekan yardımcısı H S.'ye:
Sen bir dilekçe yaz, "Şu maddeye göre derse devam etmek istemiyorum" de. evine git! der. H.S. de öyle yapar, iki ara sınava girip, bitirme sınavına girme hakkını elde eder. H.S. dönem sonu yaklaşırken, okulu bitirme işlemlerini sonuçlandırma düşüncesiyle Ankara ya geldiğinde; kendisine "devamsızlıktan kaldın" deyiverirler. Bu, dersi ikinci kez alıp da kaldığı için okulla ilişiğinin kesilmesi demektir. Atılma nedeni de, verdiği dilekçenin fakülte yönetim kurulunca kabul edilmemesi, bu kararın da Malatya’da bulunan H.S.'ye bildirilmemesi, dolayısıyla durumlardan habersiz, derslere devam etmeme...
Böyle hak etmediği biçimde, okulla ilişiğinin kesilmesiyle karşı karşıya kalan H.S yaralı güvercin gibi çırpınır. Kimse çözmeye yanaşmaz H.S.'yi gittiği her kapıdan kovarlar. H.S çareyi, bir arkadaşının aile dostu olan, SHP milletvekili T. B.'ye başvurmakta bulur. T.B.'nin değil, bir ANAP milletvekilinin sorununa çözüm bulacağını düşündüğünden, azıcık canı da sıkılır doğrusu T.B.'nin katkıları ile dekana, bir dilekçeyle olsun ulaşma olanağı bulur. Dekan Bey tepkisini öylesine taşkınlığa dönüştürür ki, bir sövmediği kalır. Ne hakla, dilekçeyle rahatsız etmektedir efendim?
H.S. bir ay süreyle fakülte kapısında, koridorlarında, kendine açındırarak sonuç almaya çalışır. Hiçbir sonuç alamaz. Bu arada bitiş sınavı geçer, sınava alınmaz. Bu bir ayın sonunda, son YÖK Yasası değişikliği ile af çıkar. Af yasası Resmi Gazete'de yayımlanır. H.S. Yeniden bir umutla koşar fakülteye. Ancak, bir başka madde daha vardır. O da H.S.'ye bir sınav hakkı vermektedir. Sınavda başarılı olursa hemen fakülteyi bitirebilecektir. Bütün girişimleri savsaklanır, aylarca oyalanır. Onlar, H.S.'nin bir dahaki yıla dek bekleyip, o yılın sonunda okulunu bitirsin isterler. Ancak, öbür yanda görevinin bilincinde öğretim üyeleri vardır. Onlar, H.S'nin sorununun fakülte yönetim kurulu gündemine alınıp görüşülmesini sağlarlar. H.S. onları hep saygıyla anmaktadır. Sonuçta, bütünleme sınavına bir gün kala, saat 17.00'de sınava alınma kararı çıkar. H S girdiği sınavda başarı ile okulu bitirir. Anlayacağınız asmaz kendini.