Pijamasının uçkuru olmayan bakan...

Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Cahit Eren'le, Saim Kendir, bir de İsmail Ertan çok iyi arkadaşmışlar. Zaman zaman bir araya gelir, bezik oynarlarmış. Saim Kendir anlattı:
O gün de buluşacaktık, ben gittim. İsmail Ertan yoktu, beklemedim. Herhalde Cahit Eren de bezik oynadığımız yere gitmiş, bizleri bulamayınca Yenişehir Pazarına gitmeyi yeğlemiş…
Saim Kendir, oyun oynarken, yukarıdan alır konuşurmuş
Ben adamın dişlerini sökerim! gibisine. Cahit Bey sinirlenmez, sabırla oyunu sürdürürmüş. Kendir, çok üzgündü Cahit Bey’in ölümünden, birlikte ne çok anıları vardı kim bilir?
İkisinin de paltoları aynıymış. Ucuz kara kumaştan. Yanlış giymemek için içinin astarına bakarlarmış, astarlardan bir, açık, öbürü koyucaymıs.
Geçenlerde, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eşi Leman Karaosmanoğlu’nu görmeye gittim. Eve ilk kez gidiyordum. Köşelerde, Atatürk’ün, İnönü'nün imzalı fotoğrafları. Sekseninde Leman Hanım, kira evinde oturuyordu. Kira evi, İnönü’nün Pembe Köşkü'nün hemen üstündeydi.
Atatürk dönemi insanlarının, eski bakanların yaşamlarını merak ederim. Anılar, bu konuda güzel belgelerdir. Eski bakanlardan Hilmi Uran anılarında, tatlı tatlı anlatır. 1940'lı yıllar, Cumhurbaşkanı İnönü yanına o zaman İçişleri Bakanı olan Hilmi Uran’la Bayındırlık Bakanı Sırrı Day'ı da alarak bir denetleme gezisi yapar. Hilmi Uran anlatıyor şimdi:
"Tren Konya’ya doğru gidiyor ve her büyücek istasyonda halkın coşkun tezahürleri (gösterilen) arasında Pasa trenden inerek, halka iltifat ediyor, diğer maiyeti halkı gibi, biz de her defasında paşayı birkaç adım geriden takıp ediyorduk. Nihayet Konya’ya geldik. Burada da halk istasyonu doldurmuş, muttasıl (durmadan) İnönü’yü alkışlıyordu. Fakat bardaktan boşanırcasına da şiddetli bir yaz yağmuru sağnak halinde muttasıl yüzleri kamçılıyordu.
Paşa trenden hemen indi. Biz de kendisini takıp ettik (izledik) Paşa istasyondakilerle birkaç dakika meşgul olduktan sonra istasyon dışına doğru ilerledi. Çünkü açık sahada Konya Askeri Mektebi talebesi de uzun bir saf halinde Cumhurbaşkanını karşılamaya gelmiş yağmur altında ve hazırol vazıyetinde dimdik duruyordu. Paşa onlara doğru ağır ağır gitti. Biz de gittik Pasa serin ve kayıtsız bir yürüyüşle geri döndü. Biz de döndük ve nihayet trene girdik. Tren de hareket etti.
Üstümüzde kuru bir yerimiz kalmamıştı. Sırsıklamdık. İşi hoşgörürlükte birbirimizin haline güldük. Fakat gülüşümüz bile zoraki idi. Hemen hepimiz kompartımanlarımıza çekildik.
Yemek daveti üzerine sofraya gittim. Sırrı merhum yoktu. Sordum itizar ettiğini (özür dilediğini) söylediler. Yemekten sonra kendisine bir uğrayayım, dedim. Vardım kompartımanın kapısını vurdum. İçerden "Kim o?" dedi. “Aç, benim" dedim. Açtı, girdim. Merhum pijaması ile yatakta idi. Ve örtüyü beline kadar üzerine çekmiş bulunuyordu. “Hayır ola, hasta mısın?" dedim. Gözlerinin içi gülerek “Yok canım bir şeyim yok" dedi "O halde neye yemeğe gelmedin?" dedim. Gülerek “Elbiselerimi kurutuyorum da ondan" dedi ve kompartımanın penceresini gösterdi.
Meğer, merhum beraberine ikinci bir kostüm almamışmış, sırtındakiler de sırsıklam ıslanınca çıkarmış, çeketini ve pantolonunu pencereye asmış kendini de pijamasını giyerek yatağa girmiş imiş.
Karşılıklı gülüştük Ben bir yere ilişmeye çalışırken. “Öyle ise kalk otur, biraz konuşalım” dedim. Merhum katılırcasına tekrar güldü ve "Nasıl kalkayım, pijamanın pantolonunun uçkuru da yok" dedi. Ve örtüyü üstüne biraz daha çekti. Çok vakitsiz kaybetmekle elemini hâlâ yüreğimde taşıdığım Sırrı, meşhur dalgınlardandı ve merhum belki onun için bize daha sevimli görünüyordu.
Hilmi Uran Sırrı Day’dan “merhum” diye söz ediyor. Hilmi Uran anıları yayımlandıktan sonra, öldü…