Perde Arkası...

Tv'den, Opera'da düzenlenen sanat şölenini izliyordum. Vasfi Rıza Zobu, Devlet Başkanının elinden armağanını alırken, cumartesi günü «Ankara Notları» nda, şöyle bir değinip geçtiğim, İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçılarından bazılarının işlerinden oluşlarını düşündüm..

12 Eylül’ü izleyen günlerde, özellikle Vasfı Rıza Zobu'nun, «Müfettiş» göreviyle kurumun yönetimine getirilmesiyle birlikte, bazı ayıklamaların olacağı söylentileri de dolaşmaya başlamıştı. Sanatçı fazlalığından söz ediliyor, boş oturanların Belediyeye ağır yük oldukları söylentileri yayılıyordu. Özellikle, 1974 yılında, tiyatroların sanat yönetmenliğine getirilen Muhsin Ertuğrul'un göreve çağırdığı bazı genç oyuncuların «Darûlbedayi» geleneğine ters düştükleri, tiyatroya politika karıştırdıkları, seyirciyi soğuttukları ileri sürülüyordu..

Oysa, durum başkaydı. Bir Üsküdar Tiyatrosunda, seyirci yüzde yüz artmıştı. Sahneden seyirciye laf atılmıyor, yılışık, belden aşağı sululuklarla kimse gıdıklanmıyordu!

Gazeteler, yeni Yönetim Kuruluna ulaşan seksen kişilik listelerden, bunların arasında seçmeler yapıldığından daha çok söz etmeye başlamışlardı. Bir sanatçı, bir gün bir yerde Tanrı'nın varlığını tartışmışmış da, yok ötekisi atılasıymış da, güzel olduğu için kalsa daha iyiymiş de.. Neler de neler?

On beş genç sanatçı, görevlerinden alındı. Vasfi Rıza Zobu'nun gıkı çıktı mı, çıkmadı mı, kendisi daha iyi bilir...

Zobu, armağanını alırken bunları düşündüm işte.. «Ankara Notları» nın bir özelliği, olayların perde arkasını yansıtmak ya; yansıtmaya çalışıyorum...

Sanatçılara armağan verilmesi konusu ilk ortaya çıktığında, tartışmalar da çıktı. Armağan konusu çok dar tutulmak, Vasfi Rıza Zobu ile Bedia Muvahhit'e verilmek mi istenmişti başlarda?

Bu, Ankara'daki bazı sanatçıları girişimlerde bulunmaya götürdü. Armağan verilecekse, Atatürk'ün Türkiye'de özlediği çağdaş sanatçıya verilmeliydi. Bir de, önce yaratıcılar ele alınmalı, daha sonra «icracı» lar düşünülmeliydi. Adnan Saygun'ların adı, bu tartışmalardan sonra ortaya çıktı. Mustafa Kemal’le ilgili anılar aktarılıyordu...

Mustafa Kemal, genç bir subayken, Sofya'da ataşeliği sırasında, bir akşam Sofya Operası'na gitmişti. Yanında, orada azınlık milletvekili olan Şakir Zümre vardı. Sofya Operası'nda «Karmen» i izlediler. Otele döndüler. Gecenin bir yarısı, bir türlü uyku tutmayan Mustafa Kemal, Şakir Zümre'nin odasına geldi, özetle şöyle dedi:

— Şakir, Balkan Savaşını yitirişimizin nedenlerinden birini daha bu akşam anladım. Biz Bulgarları çoban bilirdik. Bak, biz farkına varmadan onlar nasıl ilerlemişler? Balesi Bulgar, şefleri Bulgar... Biz, bu uygarlık düzeyine ulaşamazsak, bize yaşam hakkı yok...

Belki sözler, sözcüğü sözcüğüne böyle değildi ama, özü buydu...

Türkiye ise geriletile geriletile dolmuş müziğine getirildi. Bazıları da Bulgarlardan enerji alışımıza şaşar dururlar!

Mustafa Kemal, Rumeli türkülerini sever elbet Mırıldanır bunları. Belki, belki değil gerçek, «Hab-ı gâhı yare girdim, arz için ahvalimi» şarkısını çok sever. Ama, elleriyle kurduğu Cumhuriyet kuşaklarının müziğinin bu olmadığını, bu olamayacağını da iyi bilir...

Cumhuriyet'in ilk yıllarından başlayarak, yurt dışına sanatçı yetişmesi için gençler yollandı. Bunlardan bir grubu döndüğünde, Milli Eğitim Bakanı olan Saffet Arıkan, gençleri Çankaya'ya götürür. Mustafa Kemal Atatürk dinler, onlara şöyle der:

— Yüzümüzü sizler ağartacaksınız!...

Saffet Arıkan'a döner:

— Aman Saffet, bu çocuklara dikkat et!... Bunların neye gereksinimleri varsa, yerine getirin..

Saltanattan pek çok kurum devralındı. Mustafa Kemal, bunlardan hiçbirine «Cumhurbaşkanlığı» adını koymadı. Yalnız, senfoni orkestrasının adı, «Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası» dır. Bu, düşündürücü değil mi?...

«Sanat şöleni» nin, operada düzenlenmiş olması da anlamlı...

Edebiyatla, sinemaya neden armağan verilmedi?...

Unutuldu mu?...

Sunucu olarak, İstanbul'dan Tarık Gürcan gelmişti.. Daha sonra Bülent Özveren'e bıraktı yerini Tarık Gürcan.