Bir süre, Milliyet'te ekonomi bölümünde çalışan, gazetecilik yapan bir bayan arkadaş geldi:
Size bir şey anlatmak, istiyorum, usunuza da gereksinimim var, bana yardım eder misiniz? dedi.
Sorunu anlattı: Bayan arkadaşımız, gazeteden ayrılmış, bir ortaklığın basın danışmanı olmuştu. Ortaklık yurtdışından cip getirip satıyordu. (Belki de, takıp satıyordu, geçmiş gün. kesin anımsamıyorum.) Uzgöreçte (TV’de) de çalışan bir gazetecinin, patronuna "şantaj" yapmak istediğini anlattı. Gazeteci şöyle diyormuş:
Sizin sattığınız ciplerin devrilme oranı yüksek, şu kadar para vermezseniz, bunu gazetede yazacağım, televizyonda da açıklayacağım!
Patron telaşla danışmana gelmiş:
Ne yapayım? diye. Basın danışmanı bayan:
Vermeyin parayı! demiş, bu şantajdır, yapamaz!
Ancak, gözdağlan (tehditler) sürüyormuş. Bir gün TV’de, bir izlencede çıtlatmış bile, şöyle:
Bazı ciplerin, devrilme oranının yüksek olduğunu saptadık; bir gün bunları da açıklayacağız!
Bunu duyan patron iyice telaşlanmış:
Vereceğim ben bu parayı! diye. Danışmanı soruyor:
Ne yapalım?
Vermesin! dedim. Verirse onu da eleştiririm!
Bir daha gelmedi, ne oldu bilmiyorum.
Geçenlerde, bir izlencede, ilginç bir şey vardı: Ölü doğmuş bebekler, doğru dürüst gömülmedikleri için, kedilerin onları yedikleri görüntüleniyordu. Bir kedi geldi, gözü ölü doğmuş çocuğun cesedindeydi. Tam o sırada bir şey oldu. Kedinin arkasından parmakla itildiğini sezdim. Parmak görünmedi ama, kedinin titremesinden uyarıldığı belli oluyordu!
Van’ın Edremit ilçesi yakınlarında düşen “Mersin"uçağının düşmeden önce pilotuyla kule sorumlusu arasında geçen konuşmaların da masa başında düzenlendiği anlaşılıyordu. Hele bunu, zaman zaman “Siyaset Meydanı” izlencesinde, izlediğim Ali Kırca'nın yapmasına çok canım sıkıldı. Hemen tüm gazetelerin verdiği konuşma şöyleydi:
Kule - Görüş mesafesi yok, inemezsin...
Pilot - Bir daha deneyeceğim.
Kule - Görüş mesafesi 100 metre.
Pilot - Deneyeceğim.
Kule - Seni Ankara 'ya göndereceğim, ya da Diyarbakır'a...
Pilot - Bir daha deneyeceğim, olmazsa Ankara'ya dönerim.
Kule - İnme... Seni bile göremiyorum... Sadece uçağın sesini duyabiliyorum. Ankara’ya dön...
Baştan sona uydurma bir konuşma biçimi. Kule sorumlusu ile kaptan pilot böyle konuşamaz. Konuşma, uluslararası belirlenmiş sözcüklerle olur.
Ali Kırca, önceleri deniz kuvvetlerindeymiş. Gemi kaptanlarının konuşmaları böyle midir? Uçağın “kara kutu"su, bulunup açılmadan, kuledeki mühürlü konuşma bandı çözülmeden, konuşma metinleri bilinemez.
Efendim, kule görevlisi ile konuştuk, o söyledi! deseniz yine inandırıcı olamazsınız.
Nereden mi biliyorum? Ali Kırca, eski bir denizci olduğu gibi, ben de eski bir hava trafikçisiyim. Ulus gazetesinde yazılar yazdığım 1957-58 yıllarında, “Hava Trafik Kontrolörü" olarak. Esenboğa’da, Yeşilköy'de, Elazığ’da çalıştım. (O zaman yazarlık karın doyurmuyordu!..)
Uzgöreç (televizyon) çıkalı, gazetecilik unutulur gibi oldu. Ama, değil. Kalıcı olan gazeteciliktir. Basını, gazetelere bulaşmış olanları düzeltip yola getirmek de, yine gazetecilere düşüyor...
Ali Kırca, yetkililerin, “Bu yayımlanan konuşma bir senaryodur” şeklindeki açıklamaları karşısında direndi. Yanlışı savunmayı sürdürdü...
★
Yılbaşı gecesi Halit Çelenk aradı; altta kalmamak için
Bu gece hangi bardasınız Halit Bey? diye takılayım, dedim...
Kırık kemiklerimin ağrısı dinerse, gideriz bir bara! yanıtını verdi.
Amanın... Halit Bey düşmüş, iki kaburga kemiği kırılmış. Acıdan ne yatabiliyor, ne oturabiliyormuş. Halit Çelenk’e "Geçmiş olsun" dedim.
Ben sizi arayacaktım, size, Şekibe Hanım 'a iyi yıllar dilerim! diye ekledim.
Yılın son günlerinde, eş dost, sayrı evlerine taşınmıştı. Köy Enstitülü Abdullah Özkucur, İbra Sına Sayrı Evi’nde ameliyat oldu. Ozan Ali Yüce de, ameliyat oldu, bugün evine çıkıyor. Anayasa Mahkemesi emekli üyelerinden Nahit Saçlıoğlu, bir süre önce ameliyat olmuş. Şimdi evinde. Ertuğrul Alatlı, İzmir'de, o da ameliyatlı. O:
Tarın bu ülkeyi yönetenlere us, düşünce versin! dedi.
Server Tanilli telefon etti, benden önce Onat Kutlar’ı Amerikan Sayrı Evi’nden arayıp oğlu ile konuşmuş:
Onat Kutlar'ın başına gelenler, ülkenin ayıbıdır! dedi... Doğan Kasaroğlu da, aynı sayrıevinde yoğun bakımdaydı.
Önceki gün, Hüsnü Göksel, Metin Aksoy, Varlık Özmenek birlikte. Hüsnü Bey’in arabasıyla Haymana'ya gidip, orada Haluk Gerger'le Fikret Başkaya’yı, Remzi Küçükertan'ı, görelim dedik. Oradaki siyasal hükümlüler yedi kişi olmuşlar. Onlara, ozan Yılmaz Odabaşı, tiyatro yazan Numan Baktaş, Dev-Sol'dan Abbas Dehmen, Kandıra'dan gelen İlhan Kaya da, (20 ay hapis) katılmış... Remzi. Kenan Bey'e, idamdan yargılandığı duruşmalarında, ağır sözler söylediği gerekçesiyle yatıyor. İdamdan kurtulmuş da Kenan Bey'den kurtulamamış. Remzi 13 yıl yatmış.
Vardığımızda Haluk, yatağında kültürfizik yapıyordu. Takıldım:
Sizi evde bulacağımızı düşünerek randevu almadık!
Hüsnü Bey, Haluk'lara, kitaplarını getirmişti. Arasında son romanı “Ayışığı Sonatı"da vardı.
Yeni yıla girerken, beni sevindiren olay: Bir okurumun Almanya’dan getirdiği “domuz" resmi ile “domuzlu” yılbaşı kartı oldu! Birde “Türk Henkel" dergisinin kapağı! “Dünyada gelir dağılımı dengeleri bozulurken... Pastayı paylaşmak... "Kapakta üç domuz biblosu, en altta büyük domuz, onun üstünde orta büyüklükte, onun da üstünde minik bir domuz! Paylaşın bakalım...