Patagonya’da Sorgu...

Benden önce biri sorguya çekiliyordu; ikimizin de gözleri bağlıydı. Soruyordu ona:
Alevi misin?
Galiba!
Hay Allah!.. Solcu musun?
Biz ailece sosyal demokratız!
Tüh Allah!.. Zengin misin?
Hayır, yoksulum!
“Yoksulum” deyince, sorgucu neden sesini çıkarmamıştı? Güldüm! İçimden, "Allah iyiliğim versin!” diye geçirdim. Öyle dedi gibi geldi. Sorgucu da zenginlerden pek hoşlanmıyor olmalıydı...
Buraya nasıl düşmüştüm? Yanımdakine sordum:
Burası neresi? Biz neredeyiz?
Patagonya, dedi, Patagonya’da gözaltındayız! Sorgulanma yapılıyor...
Daha yeni yurtdışından dönmüştüm. Almanya'yı, Fransa'yı, Hollanda’yı dolaşmıştım. Patagonya'da ne işim vardı? Yoksa bu bir düş müydü? Başka nasıl olabilirdi? Patagonya'da Alevi’nin ne işi vardı? Demek, onlar Patagonya'nın Alevileriydi. Almanya'nın kuzeyinde de Lazlar olduğunu orada öğrenmiştim. Bunlar Kuzey Denizi'ne bakan yörede yaşarlardı, fıkraları Karadenizlilerinkine öylesine benziyordu ki...
Patagonya'da, birçok geri kalmış ülkede olduğu gibi, polislerin iyi eğitilmedikleri söyleniyordu. Elleri oldukça ağır mıydı? Ağır sözler söylüyorlar, sorguladıklarını küçümseyen bakışlarla bakıyorlardı. Karşılarına gelen herkes kesinlikle bir suç işlemiş olmalıydı. Suçlu olmasalar orada ne işleri vardı? Onların görevi de suçu ortaya çıkarmaktı. Belgelendirip dosyayı savcının önüne götürmekti...
Kimini çırılçıplak soyuyorlardı. Hayalarına soğuk su veriyorlardı daha çok. Hiçbir işkence izi yoktu. Patagonya, işkenceye karşı olduğunu belirtmiş, buna ilişkin sözleşmeleri imzalamıştı. Kimse "Ülkede işkence var” diyemezdi!
Uyandım, saate baktım, gecenin üçüydü. Bir bardak su içip yine yattım. Gözüme bir türlü uyku girmiyordu. Patagonya'daki sorgum yarım kalmıştı...
Serpil Erdoğan, 8 mayıs pazar günü, saat 11.00'de evinden alınarak emniyete götürüldü, gözaltına alındı Polisler eve geldiklerinde Serpil Erdoğan, pijamasıyla yatağında uzun oturuyordu. Ka dokuz yaşındaki Özlem, günlerden Anneler Günü olduğu İçin, annesine tepside kahvaltı götürmeye hazırlanıyordu. Paldır küldür eve polislerin girişi küçük özlem'le on üç yaşındaki Köksal'ı çok şaşırttı. Özlem'in dokuz yaşında olduğunu biliyoruz. Serpil. 1953 doğumluydu. Osman Köksal'ın kızıydı. Osman Köksal, 27 Mayıslardandı. Serpil'i, Osman Köksal'ın ölümünde, başsağlığına gittiğimde tanımıştım. Ona:
Osman Bey öldü, ama sizler bize emanetsiniz. Lütfen başınıza bir şey geldiğinde, bizleri arayın! demiştim. Osman Köksal’ın eşi Hikmet Hanımla, oğlu Kudret'e de benzeri şeyleri söylediğimi anımsıyorum...
Serpil'in gözaltına alındığını Hikmet Hanım haber verdi. Ne yapabilirdim? Haber yapabilirdim! “Osman Köksal'ın kızı gözaltında!"
Osman Köksal Harbiye'den 1938 çıkışlı, Kenan Bey de öyle. Onlara “otuz sekizliler” derler Kenan Bey'in, Osman Bey ’a mektuplarını Uğur Mumcu yayımlamış mıydı?
Bir türlü uyku tutmuyor. Serpil Erdoğan (Köksal)'m eşi, Ecevit'in eski koruma polislerinden Ayhan Erdoğan. Ecevit'in koruma polisi diye, başına gelmedik kalmadı mı onun da?
Serpil Hanım emniyete götürülürken, yedi, sekiz kitabı da karıştırılıp alınıyor mu? Kitapları gören polis azarlıyor onu:
Bu kitaplarla çocukları zehirliyorsunuz! diyor.
Serpil Hanım, ivedi hazırlanıp giyiniyor. Ben bu “Ankara Notları”nı yazarken gözaltındaydı hâlâ. Uyku tutmuyor bir türlü. Sağa dönüyorum yok, sola dönüyorum ı-ııh. Kafama bir burgu takılıp kalıyor. O da şu: Uçağa binerken, erkekleri erkek polisler, bayanları bayan polisler arıyorlar. Sıkıyönetimde bir duruşmayı izlemeye gittiğimizde de öyle. Ama gözaltındaki bayanı da erkeği de erkek polisler sorguluyorlar Bayanlar için bir ayrım gözetilmiyor. Üniversiteli genç kızlar emniyetin bir odasında, belki de ”DAL”da, bir ya da birkaç erkek sorgucunun sorularını yanıtlamaya çalışıyorlar. Kimbilir nelerle karşılaşıyorlar?
Saatler geçti, dalmışım yatağımda. Patagonya'da, sokaklarda yitip gitmekten korkuyorum. Atlı bir arabaya biniyorum, arabacı yok oluyor. Boş arabanın içindeyim, inip dolaşıyorum. Araba, arabacıyı bekliyor...