Hacı Başbuğ Türkeş'e, yurtdışına çıkması için verilen pasaport, çok kişiyi şaşırttı, ama ben şaşırmadım! Gezi özgürlüğü gerçekte, elbette herkese tanınmalıdır. Ancak uygulamada öyle mi? Binlerce kişi, çeşitli nedenler, çeşitli sakıncalarla yurtdışına gidememekteler.
Sağlık denetimi için Londra'ya gitmesi zorunlu olan Haldun Özen'e, pasaportu verildi, ama günlerce savsaklandı. Haldun Özen'in geçen yıllarda bir böbreği alınmıştı. Tek böbreğiyle yaşıyordu. İkincisine de bir şey olup olmadığının saptanması için Londra'ya, olayı yakından izleyen The London Clinic'te doktor J.E.A Wickham"ın bulguları görmesi gerekiyordu. Ama, ı-ıhh, pasaportu bir türlü çıkmıyordu. Haldun Özer'in ne davası vardı ne hükümlülüğü "Aydınlar Dilekçe Davası"n dan tüm sanıklar gibi aklanıp çıkmıştı. Ayrıca 1985 yılında 1986 yılında, yine sağlığı ile ilgili olarak yurtdışına çıkıp dönmüştü. Pasaportunun süresi 12 haziranda doluyordu. Pasaportunu verdi, uzatılmasını istedi. I-ıhh, yok. Vermiyorlardı. Bunu yapmaya, insan haklarına, insanlığa aykırı bir işlem yapmaya hiçbir görevlinin hakkı olmamak gerekirdi. Bunların hesabı sorulmayacak sanıyorlarsa, yanılıyorlardı. Elbet, günün birinde, yasadışı davranışların, böyle haksızlıkların hesabı sorulacaktı. İnsanların özgürlükleri, birkaç aşırı sağcı partizanın iki dudağının arasında olamazdı. Kimler, kimbilir kimleri fişliyorlardı?
Adnan Kahveciden, Ankara Valisi Cahit Bayar'a dek tüm yetkililer "seferber" olduktan sonra, Haldun Özen'in yeşil pasaportu alınabildi. The London Clinic'te konunun uzmanı doktor J.E.A. Wickham'na gidebildi. Pasaport konusuna "pasaport utancası" demek, en doğrusu olsa gerek. Birçok insan, "Nasıl olsa, pasaport vermezler!" diye başvurmamaktadır bile. 12 Eylül'den beri dışarı çıkamayanların hesabı yok. Talip Apaydın, pasaportunu alabilmiş değil. Talip, "Bana vermiyorlar!' deyip evinde oturuyor. Emil Galip Sandalcı öyle. Birkaç sanatçıyla birkaç aydının, hakları olan pasaportu alabilmek için ne çektiklerini iyi biliyorum. Bu eziyeti kimsenin kimseye yapmaya hakkı yok!
Şimdi bir yeşil pasaport öyküsü daha anlatacağım...
Ozan Mehmet Başaran, Danıştay kararı ile pasaportu verilmeyen belki tek kişiydi. "Çağdaş Yayınları”nda çıkan "Yasaklı" adlı yapıtında, bunu anlatır. Yapıtta, her dönemde başına gelenleri anlatır. 12 Mart döneminde, pasaport verilmeyince, bu kararın kaldırılması için Danıştay'a başvurur. Yapılan bir suçlamadan, savcılıkça "kovuşturmaya yer olmadığı" kararını almıştır. Danıştay 12. Dairesi, konuyu inceler, kanun sözcüsü Ahmet Kocabıyıkoğlu, Başaran'ın davasının reddini ister. Raportör Birsen Çırakman ise, "Üyesi bulunduğu derneğin sonradan yıkıcı ve bölücü faaliyetlerde bulunmuş olması, davacının bu faaliyetlere katıldığı sabit bulunmadığına göre, mensubu bulunduğu bakanlıkça yurt- dışına gönderilmek istenmesi üzerine vaki pasaport talebinin reddi için yeterli sebep olamaz. Bu sebeple dava konusu işlemin iptali gerektiği düşünülmektedir" der.
Danıştay 12. Dairesi üyelerinin çoğunluğu, 2'ye karşı 3 oyla Başaran'a pasaport verilmemesi yolundaki kararı onaylar, Mazhar Şener, Fuat Azgur, Şafak Sancar'ın oylarıyla çıkan kararda şöyle denilir:
“...Her ne kadar takipsizlik karandıa, davacının Derneğin açık ve gizli maksatlı faaliyetlerine iştiraki bulunup bulunmadığı, derneğin gizli maksatlarına hizmet edecekler listesi'ne ithalinden haberdar olup olmadığının anlaşılmaması nedeniyle suçla ilgisi tespit edilemediği belirtilmekte ise de anılan derneğe girmeden evvelki ve girdikten sonraki tutum ve davranışları şüpheli görülen davacının yurtdışına çıkmasının davalı idarece sakıncalı telakki edilerek, 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun 22. maddesi uyarınca pasaport talebinin reddinde kanuna ve usule aykırılık görülmemiştir. Bu sebeple davanın reddine 60 lira ilam harcı peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına 20.10.1973 günü oyçokluğuyla karar verildi "
Bu karara iki kişi, Başkan Kazım Yenice ile üye Bn. Hikmet Müftügil, "karşı oy" kullanırlar. Kâzım Yenice, şimdi SHP'dedir. Bn. Hikmet Müftügil de emeklidir. Karşı oy yazılarında, kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşın, Başarana pasaport verilmemesini yerinde görmezler, şöyle derler:
".. Davacının 20 yıl önce girdiği derneğin esas maksadını bildiği dahi tespit olunmadan mücerret üyesi bulunduğu derneğin zararlı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle, bağlı bulunduğu bakanlıkça bilgi ve görgüsünü arttırmak üzere yurtdışına gönderilmesine karar verilmesi üzerine vaki pasaport talebinin reddinde kanuna aykırılık bulunmamaktadır.
Bu sebeple dava konusu işlemin iptali gerektiği reyiyle karara karşıyız "
Başaran'ın savunmanı Prof. Edip Çelik, kararı okuyunca şöyle der:
Karamsar olmamak gerek. Türk hukuku adına beşte iki, gecikmiş bir Ellinci Yıl armağını sayılabilir; ama öte yandan beşte üç hukukçumuz çok sağlam bir gerekçeyle (!) seni sağ olduğun sürece yurtdışına çıkmamaya mahkum ediyor... Belki de Danıştay kararıyla yurtdışına çıkması önlenen tek kişi oluyorsun..
Başaran, 12 Eylül döneminde de pasaport alamadı. İçişleri Bakanı Sefahattin Çetiner Paşa'ydı. İlgileneceğini söylemişti, ama belki de MİT’ten gelen yazıya o da bir şey yapamıyordu Bir gece aramıştım. Paşa'yı
Sayın Ekmekçi dedi, az öfkeli, şimdi Sinop'tan geldim. Bir bakan, bir yazarın, bir şairin pasaportu ile mi ilgilenecek!
Evet diye karşılık verdim, bir bakan, bir yazarın, bir ozanın pasaportu ile ilgilenecek. En önemli işi bu olmalı!
Biz, çoook bakanlar görmüştük, çoğunun adını bile şimdi güçlükle anımsayabiliyorduk. Ülkenin onurunu koruyanlar, kurtaranlar ise yazarları, sanatçılarıydı.
Peki, Sayın Ekmekçi dedi. Selahattin Çetiner, bir yerden yanıt bekliyoruz, o da gelsin, arkadaşınızın pasaportu verilecek!
I-ıhh, verilmedi. Taaa, Ali Tanrıyar İçişleri Bakanı oluncaya dek. Ali Tanrıyar, Başaran’la ilgili bakanlık "tahdit”ini kaldırdı. Ali Tanrıyar, neredeyse kulaktan çınlasın!
Birçok kişiye pasaportu iş işten geçtikten sonra verildi. Ruhi Su, Orhan Apaydın, bunun acı örnekleriydi. Kimbilir, bilmediğim daha kimler vardı?
9 Haziran 1987, Cumhuriyet