Parmak...

Hasan Esat Işık, Belçika'da Büyükelçiyken, bir gün bir Belçikalının kendisiyle görüşmek istediğini bildirmişler. Işık:

— Buyursun! demiş...

Adam, tombalakça biriymiş. Belçika odalar Birliği Başkanı, filan.. Merdivenleri koşar adım çıktığından, soluk soluğa kapıyı vurup Büyükelçinin odasına dalmış ve konuşmaya başlamış:

-Büyükelçiliğinizden bana taahhütlü bir mektup geldi. Buna çok kırıldım. Bana yapılan bu hakareti kabul etmiyorum. Ben taahhütlü mektup gönderilecek biri miyim ki, bana bu hareketi yapıyorsunuz?

Işık, adamı oturtmuş, gönlünü almış. Yeni gelen bir memurun, Belçika'nın geleneklerini bilmediği için, mektubu «Taahhütlü» yollamış olabileceğini bildirmiş. Olayı anlattıktan sonra, Işık şöyle dedi:

— Belçika'da bir kimseye taahhütlü mektup göndermek, son derece ayıp karşılanır. Bu, mektup gönderilen kimseye inanmamak anlamına gelir. Yani, «Sen bir gün mektup aldığını inkar edebilirsin, yalan söyleyebilirsin, onun için taahhütlü yolluyorum, mektubu» biçiminde yorumlanır...

Bizde böyle bir gelenek yok.

Bürokraside karşılıklı yazışmalar, taahhütlü mektuplarla olur. Hatta, taahhütlü gelince mektup, seviniriz bile...

— Adam, o kadar önem vermiş ki, paraya kıymış taahhütlü göndermiş! deriz.

Diplomatlar ince oluyorlar, Masan Esat Işık da öyle. Bu, belki de uğraşlarının gereği. Işık, Yalçın Küçük, oturduk konuşuyorduk. Yalçın Küçük'ün babası dermiş ki:

— Oğlum, memlekete kasap da gerekli, ama sen olma!

Bu da bir incelik. Yalçın Küçük boyuna, Hasan Bey'e, babası Esat Paşa'yı soruyordu:

— Abdülhamit'i sever miydi?

— Hiç sevmezdi!

— Namık Kemal'i?

— Onu çok severdi. En çok Tevfik Fikret'i severdi.

— O kuşak öyle. Tevfik Fikret'i, Namık Kemal'i severler...

— Pek konuşmazdı, hemen hiçbir şey anlatmazdı. Yalnız, bir sözünü unutmadım: «Evde karınızla kavga etseniz, bilesiniz ki, bunun içinde İngiliz parmağı vardır!» derdi.

Tabii o zaman, Amerika ortada yok. CIA filan da yok. İngilizler var...

Bir söz daha var: «Kadın parmağı» derler, birçok olayın içinde kadın parmağı ararlar. Özellikle polis romanlarında geçer kadın parmağı. Basınımızda da, tutucu bir bayan yazarın parmağını görebilirsiniz. Parmağıyla düğmeye basar, buyurduğu kişi istenen hangi konuysa, yazıyı hazırlayıp önüne getirir. O da döktürür...

Türk Dil Kurumu'na saldırıları bir türlü bitmez. Daha da sürdüreceklermiş saldırıları. Güzelim dilimizi, bunca yılların çabasını yaralamak için yapmadıkları yok. Ama, bana öyle geliyor ki, etkilerini gitgide yitirdiler, yitirecekler.

Son günlerde, duyarlı insan Hasan Esat Işık'ı parmaklarına dolamak istediler. Ayıp ettiler...

 

★★★

 

Çin Halk Cumhuriyeti Büyükelçiliğindeki kokteyle giderken, önümdekilerden biri, arkadaşını Büyükelçiye şöyle tanıttı:

— Mersin'in ünlü tüccarlarındandır!

Girişe de, Odalar Birliği Başkanı Mehmet Yazar'ın gönderdiği çiçek konmuştu. Çiçekler çokluk iş çevrelerinden mi gelmişti? Çin Halk Cumhuriyeti'nin en büyük bayramı, kuruluşunun 32'inci yılıydı. Çinliler, güzel bir halk sanatları sergisi açmışlar Ankara'da. Gidemedim. Büyükelçinin çağrısını alınca, buna bari gideyim, diye düşündüm...

Çok kalabalıktı. Konsey üyesi Oramiral Nejat Tümer, Kemal Kayacan’la konuşuyordu.

Şahap Kocatopçu, papyonuyla oradaydı. Danışma Meclisi adaylığı için başvuran Prof. Aydın Yalçın'a:

— Sizi şimdiden kutlayayım mı, yoksa sonra mı kutlayayım? diye takılmak istedim...

— Hiç bilgim yok, hiç meşgul değilim! dedi.

Kokteylde çokluk pirinç rakısı içildi. Çok sert bir içki, Viskileri de Çin viskisi...

Çin Elçiliği'ndeki kokteylde, Sovyetler'den kimse yoktu. Buna karşılık Amerikalılar vardı.

Kokteylde bir ara, Tahsin Saraç'la Güngör Dilmen'i görüverdim. Bu iki sanatçımız, dün Sovyet Yazarlar Birliği'nin çağrılısı olarak Moskova'ya uçtular. Azanbaycanlı Türk ozanı Gence'li Nizami'nin ölümünün 800'üncü yılı dolayısıyla yapılacak törene katılıyorlar. Gence'li Nizami, 1150-1181 yılları arasında yaşamış ünlü bir Türk ozanı. «Hamsa» adıyla yapıtı var...

Sekiz yüz yıl yaşamak, yaşatılmak ne güzel şey!