Harita Mühendisleri Odası'nın Karayolları salonunda düzenlenen genel kurul toplantısına Erdal Bey de geldi. Orada bir konuşma yaptı. Erdal Bey'i dinleyenler:
İyi valla açılmış bak, ne güzel konuşuyor! diye sevindiler.
SHP Demokratik Yerel Yönetimler Kurultayı’nı izleyenler de bu kanıdaydılar. Erdal Bey, giderek açılmış, sorunları izlediğini göstermiş. İllerden gelenler, SHP'nin yerel yönetim bölümünden sorumlu Yiğit Gülöksüz'ü eleştirdiklerinde de, Erdal Bey, adını da anarak Yiğit Gülöksüz'ü savunmuştu. Erdal Bey, bununla çalışanları harcamamak, istediğini anlatmak istiyordu SHP tabanı gerçekten güçlü, inançlı görünüyordu. Toplantıya gelenlerin hiçbiri, DSP ile birleşme konusunu ortaya atmadı. Birleşme sözcüğünü ağzına almadı.
Harita Mühendisleri Odası’nın toplantısında Erdal Bey konuşunda uzun uzun alkışlandı. Konuşup yerine oturunca, mikrofona gelen Harita Mühendisleri Odası Yürütme Kurulu Başkanı Tevfik Ateş, Erdal Bey’e teşekkür etti, şöyle dedi:
Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Erdal İnönü ye teşekkür ederiz!
Bir uğultu dolaştı; “Anavatan Partisi değil. Sosyal Demokrat Halk Parti!” diye mırıldanmalar. “Düzelt, ayıp oldu!” diye söylenenler oldu. Neyi düzeltecekti? Dili sürçmüş, bir kez olan olmuştu. Mırıltılar çoğalınca, yönetici Tevfik Ateş, çıkıp düzeltti:
Efendim, çok yorgun olduğumuz için oldu bu yanlışlık Özür dilerim! dedi.
Harita Mühendisleri Odasının bu toplantısına gitmedim. Haldun Özen anlattı, ondan dinledim. Haldun Özen’in de asıl uğraşı harita mühendisliğiydi. Üniversiteye geçişi, öğretim üyesi oluşu daha sonradan. Toplantıda yöneticinin dili sürçüp. Erdal Bey'i Anavatan Partisi Genel Başkanı yapmasa. Harita Mühendisleri Odası'nın toplantısı “Ankara Notları”na geçmeyecekti belki de...
SHP, yoksa ANAP'la mı birleşiyor? diyenler olduğu gibi, “SHP galiba ANAP’ın yerini alacak, iktidara gelecek” diye yorumlayanlar da oldu. Böyle yorumlar Amerika'da Houston'da yatan Turgut Bey'in yüreğin indirmesin de…
Gazetelerde kimi köşe yazarları. Turgut Bey’in sağlığıyla ilgili yorumlar, haberler aktarıyorlar. Yok, gelince eskisi gibi çalışabilir miymiş, çalışamaz mıymış, filan. Acıyan da oluyor, kızanda. Fıkrayı, Kamanlılardan dinlemiştim. Kaman, Kırşehir, Nevşehir yöresinde çingeneler, düğünlerde, derneklerde çalıp söylerlermiş. Elbette, eli açık olanları da çok severlermiş. Ahmet Ağa, çok cimriymiş. Çingeneye, biri Ahmet Ağa'ya sormuş, “Nasıl adam?” diye. O, şu karşılığı vermiş:
Allah var, çok iyi adam! Allah, başı dururken ayağına taş değdirmesin!
Zaman zaman cumartesi öğlelerini yazarım ya, bir süre önce Cumhuriyet'te de okumuştum. İstanbul'daki “gün”leri Sabahattin Eyüboğlu’nun günleri ünlüydü. Ruhi Su’lar, daha kimler, bir yandan yiyip içerken söyleşirler. Bu, evlerde de lokantalarda da olur. Baki Süha Ediboğlu'nun bir öyküsünü dinlemiştim. Baki Süha Ediboğlu, şiir okuması çok sever. Her toplantıda okur. Günlere, arkadaş toplantılarına katılır. Bir hafta, Baki Süha gelemez, ertesi hafta gelir, bu kez arkadaşları gelmiştir. Toplandıklarında, biri komi çocuğu çağırıp sorar:
Oğlum, geçen hatta Baki Süha Bey geldi mi?
Geldi efendim, der çocuk, sizler yoktunuz. Hiçbiriniz gelmemiştiniz. Baki Süha Bey, garsonları, bütün arkadaşları topladı, şiirler okudu onlara saatlerce. Ama, onlar da hak ettiler!
Baki Süha Bey'i hiç tanımadım. Radyodan söyleşilerini dinlerdim. Şiiri seven insanmış, belli...
Ankara'da Cevat Dursunoğlu'nun, Şevket Süreyya Aydemir’in günlerini anımsıyorum. Cihan Palas'ın altındaki “Turan Lokantası”nda, bir kez katıldım. Osman K. Okol’un akşam toplantılarında Körfez’e birkaç kez gittim. Ömer Asım Aksoy'un üç haftada bir çarşambaları evinde düzenlediği toplantılara gidenler arasında Sami N. Özerdim, Mehmet Deligönül, Emin Özdemir, Beşir Göğüş, Aydın Köksal, Mustafa Şerif Onaran var.
Yine, bir başka topluluk ayda bir, bir araya gelirler: Bunların arasında da Sabahattin Teoman, kızı, Hale Teoman, Mustafa Şerif Onaran, Mehmet Aydın, Mehmet Deligönül, Emin Özdemir, Muzaffer Buyrukçu, Hasan Şimşek, kızı radyoda çalışan Eda Şimşek, Hikmet İlaydın eşi Nihal İlaydın, İ. Agâh Çubukçu, Satı Erişen’in eşi Mahmure Erişen, Hikmet Dizdaroğlu'nun eşi Rukiye Dizdaroğlu da var. Bir süre önce Mustafa Şerif’in çağrısı üzerine ben de gittim. Mustafa Şerif, “Unutulmuş Şiirler” adlı kitabının yayımlanması dolayısıyla, böyle bir toplantıyı düzenlemişti. Yenilip, içiliyor, konuşuluyordu. Mustafa Şerif, belli şiirlerini okuyacak. Emin Özdemir kulağıma eğildi:
Nasıl olsa okuyacak, en iyisi, biz isteyelim! dedi. Ekledi:
Şerif Ustayı oku, Mustafa Şerif okudu, bir, bir daha okudu. Şerif Usta, Mustafa Şerif’in babası..
Emin Özdemir, bir ara yine kulağıma şöyle dedi:
Kitabın adı “Unutulmuş Şiirler”, ama içerisinde unutulmayacak dizeler var, unutulmazlığı yalınlıktan, bezeksiz, donaksız söyleyişten geliyor.
Emin Özdemir, “Yazı Türleri” hocası. Üniversitede o dersi okutur. Bir ara şöyle dedi:
Pablo Neruda'nın bir sözü var. “Gerçek şiir yedi canlıdır, onu kimse öldüremez!” diyor.
Gerçek şiir unutulmaz da.
Emin Özdemir, “Ankara Notları”nı yazı türleri arasında öğrencilerine anlatırken, “özyaşamsal öyküsel ve sorunsal yazı türü” diye nitelemişti. Bir ara, “koro yazı türü” demişti. Yazıda bol ad geçince, “özel adlar ormanı” diyor. Özel adlar ormanı, aman ne iyi! Ne güzel!
Bugün Hasan Hüseyin'in ölümünün 3. yılı. Onun adına yazılan şiirler, mektuplar kitaplar tutar. Orhan Apaydın'128 şubatta İstanbul'da Gazeteciler Cemiyeti’nde anacağız. Ondan iki gün sonra 2 martta Ruhi Su'ya, İstanbul'da Harbiye Konak Sineması'nda gece düzenleniyor. Geçen yıl 23 şubatta Dr. Göksün Kasaboğlu, Bursa'nın M. Kemal Paşa ilçesinden izinli geldiği Ankara'dan görevine dönerken Eskişehir-Bursa arasında trafik kazasında ölmüştü. Annesi Sevgi Hanım'la, babası Mahmut Bey, Cumhuriyet’e verdikleri 23 şubatta yayımlanan “Anma” ilanında şöyle dediler:
“Canımız, yavrumuz! Durmadan can alan, can yakan trafik anarşisinde yitireli bir yıl oluyor. Acınla sevgin yüreğimizde düğümlendi. Anıların ve özleminle yaşıyoruz hep birlikte. Ailen”
Orhan Ural, Ataol Behramoğlu’na, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri” adlı kitabını yollamıştı. Ataol’dan şu kart geldi:
“Sevgili Orhan Ural,
Antolojinizde şiirimin olduğunu bilmiyordum. Gerek seçtiğiniz şiirlerden, gerek söylediklerinizden ötürü gerçek bir sevinç duydum. Özgün çalışmanız için sizi kutlarım. Paris’te, Ankara da, İstanbul'da görüşmek umudu ve dileğiyle, sevgi ve saygılarımla.”
Orhan Ural, cumartesi arkadaşlarımızdan. Her toplantıda kesinlikte bir şiir okur. Nedim'den, Fuzuli'den, Neyzen'den, Eşref’ten. Gününün bakanlarını eleştiren bir dörtlüğü şöyle Eşref’in:
“Vükelâ kabrine heykel dikelim şöyle yazıp/Kİ, bunun hal-i hayatında yeri münhal idi./Sanmayın yevm-i vefatında bilindi kadri,/Sağlığında yine bu böylece bir heykel idi''
Orhan Ural okurken, arkadaşların gözlerine bakarım, sessiz, muzip muzip dinler görünürler. Çoğu ezberlemiştir zaten şiirleri. Olsun, bir kez daha dinlenir!
Ural’ın “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri” adlı yapıtı. 1984'te İş Bankası yayınları arasında çıkmıştı. Kitap çıkar çıkmaz, “Vaaay, bu kitapta Nazım Hikmet var, Mehmet Akif yok” diye çığlıklar atıldı. Orhan Ural, “Mehmet Akif, Cumhuriyet dönemi şairi değildir, onun için almadım” dedi Mehmet Akif'in Cumhuriyet dönemini anlatan tek şiiri var mıydı? İş Bankası yöneticileri, çığlıklardan ürktüler. Piyasaya 10 bin adet çıkarıldığı, kitabın kapağında yazılıydı. Ama, piyasaya çıkmadı. Satıştan kaldırıldı. Söylentilere göre, İş Bankası çalışanlarına parasız dağıtılmış Orhan Ural'ın başvurusu üzerine, kendisine, “kitabın kalmadığı, bir daha da basılmayacağı, başka yerde bastırıp bastırmamakta özgür olduğu” bir mektupla bildirildi...
26 Şubat 1987, Cumhuriyet