Özal’la bir söyleşi...

Başbakanlık konutunda alt katta, biz daha “günaydın" der demez başladı yorumlamaya Turgut Bey:
... Büyük kentlerde, SODEP hariç diğer partiler yok. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa... Hatta Bursa da bile çok azlar yani. Eski kaleleriydi. Eski kaleleri olan yerlerde... Hemen hemen değişti kaleler yani. Mesela Kütahya en sağlam yerlerden biridir. Kütahya'da bizim reyimiz yüzde elli beş filan civarında.
(Kenan Mortan araya girdi. "Ama siz rejimi bozdunuz kampanya süresince” dedi.)
Dikkat edeceğiz bundan sonra...
(Üst katta kahvelerimizi içmiştik. Özel Kalem Müdürü Tevfik Bey, “Yirmi dakika görüşeceksiniz" demişti. Sorulara girmeden bir peşrev mi yapsam?)
Konya Lisesi birinci sınıfta okuduğunuz sırada numaranız kaçtı?
Vallahi numarayı hatırlamıyorum, 31 miydi neydi?
Numaram 152'ydi, Mehmet Türkvan'ın 367, Muzaffer’in 368.
Doktor olan mı?
Evet.
Benim hatırımda yanlış kalmadıysa, bir 31 numara hatırlıyorum. Acaba öyle miydi? Gittim Silifke'ye, bizim ilkokul mezuniyet notlarını çıkardılar. Ondan sonra Maden'e gittim, ortaokulu orada bitirmişim. Onlar da çıkardılar. Kayseri de çıkardılar. Bir Konya eksik kaldı!
Fransızcanız nasıldı?
Fransızcam iyiydi...
Mustafa Bey'di değil mi, Mustafa Yenisey Fransızca öğretmeni?
Vallahi şimdi hiç hatırlamıyorum. Bir güzel matematik hocamız vardı, gözlüklü.
Faik Hoca...
Evet Faik Hoca! Müdür Süleyman Bey değildi de matematik hocası oydu. Müdür de, o da çok iyi matematik hocasıydı.
Faik Hoca, Cemal Nadir'in “Amcabey''ine benzerdi. Tombalak, iki lafının biri, “eşek'ti. Müdür Süleyman Acar, okulda disipliniyle tanınmış bir eğitimciydi. Bir ondan bir de kapıcı Hasan Ağa'dan korkardık. Süleyman Acar’ın şu sözü belleğimde kalmış:
Saygı göstermeyen saygıya layık değildir!
(Turgut Bey, Kenan Mortan'a bizim hababam sınıfının tıpkısı sınıfı anlatıyor).
Biz çok ufaktık o zaman; yeni ben ortaokulu yeni bitirmişim. Sınıfın ufakları arasındaydım. Recep Peker'in oğlu vardı, sınıfta hatırlar mısın?
Can, Can Peker...
Biz yatılıyız. Mersin'den gelmişti, Muştala diye bir çocuk vardı, ona “baba" derdik. Biri daha vardı, o da nereliydi? Bunlar bir kavga ettiler... Bir tarih hocası vardı, adı neydi?
Voronof! (asıl adı Doğan Bey'di. Saçları döküktü, gençlik aşısını bulan Rus asıllı Voronov'un adını hocamıza neden takmıştı arkadaşlarımız bilmiyorum. Herhalde, genç yaşta saçlarının dökülmüş olmasından...)
Voronof Voronof, saçları dökük!
Ben bir şey sorayım, neden sizin saçlarınız siyah da, benimki beyaz? (gülüşmeler).
(Unutmadan söyleyeyim, tarih öğretmem Doğan Bey, özel yaşamında da öz Türkçe konuşur, yeni sözcükleri kullanmaya titizlik gösterirdi. Bir gün öğrenciler arasında bir voleybol maçında, hoca hakemdi. Herkes gibi, “dahil", “hariç" demez, "içeri", “dışarı" derdi. Türkçe öğretmenimiz, hem Mustafa Çetiner, hem Cevdet Ekemen ikisiydi. Mustafa Çetiner:
Sandalyeyi ayağınızın altına alırsanız sizi yükseltir, başınızın üstünde tutarsanız sizi alçaltır! derdi...)
(Turgut Bey, bizim okul anılarını anlatıyor, Kenan Mortan da dinliyordu).
Voronof gelir, bunlar etüdde kalkarlar, yerlerinde oturmazlar. Recep Peker'in oğlu Can Peker, öbürü şimdi adını unuttum, adı Mustafa'ydı Mersin'den gelmişti. Biri de nereliydi? Böyle... Tıraş olurlardı onlar. Biz öyle tıraş mıraş olmazdık. Böyle bayağı tıraş olurlardı. Yaşlı çocuklardı, kadın kız hikâyeleri anlatırlardı. Öyle hatırlıyorum. Biz tabii ders çalışamazdık, sıkılırdık. Hocalarla kavga ederlerdi. O, Voronof'u filan epeyce sıkıntıya soktular. Recep Peker, aldı oğlunu oradan sonra.
İçişleri Bakanı'ydı Peker o zaman, galiba?
Evet, çok sıkı okul diye oraya yollamış. Haşarı bir çocuktu. Sağ mı acaba şimdi o?
Öyle duydum, sağ diye...
(Fransızca hocası Mustafa Yenisey'in takma adı “C'est ça”ydı. Yanıtı beğendi mi, “tamam, doğru" anlamına “c'est ça! bon!" derdi. Adamın adı, ondan sonra “Sesa" kaldı. Daha sonra Nihal Hanım da okuduk. O da bizden az çekmedi!)
(Bu kadar peşrev yeterdi. Sorulara girmeliydik. İlk soruyu, kıyısından özgürlüklere getirsem, diye düşünüyordum; "Efendim, hani nasıl söyleyeyim, ben bir gazeteci olarak çok zaman sıkılıyorum. Basın özgürlüğü geniş tutulsa, yöneticiler, sizler de gerçekleri öğrenmiş olmaz mısınız? Kişisel kanım bu..." Turgut Bey, yanıtlıyor:)
Vallahi bu, birkaç yerde bahis konusu oldu: Hatta bir dava münasebetiyle buraya çok gelen giden oluyor; bana da soruyorlar: İşte siyasi bir konu. Adnan Menderes meselesi de oradan çıktı. Yani, siyasi suç tarifi; böyle, siyasi suç tarifi yok ki kanunlarımızda. Bu siyasidir, öbürü gayri siyasidir. Türk Ceza Kanunu var... "Bakın, dedim, bu kanunlar da yeni değil, 1936'dan bu tarafa var." 1950’lerde de, hatta çok iyi hatırlıyorum, “Çiçek Palas" hadiseleri filan oldu. Bizim bir iki tanıdığımız da gitti, hem de uzun, bayağı sekiz on sene mahkûm oldular. Ondan sonra Türkiye bir devreye gelmiştir, o devrede aynı suçlardan insanlar hiç mahkûm olmamışlardır...
Doğru...
Bu bir anlayış meselesi olarak geldi; sonradan tekrar bu işler hızlanınca, bu kanunlar bir nevi tatbikata konuldu ve dikkat ederseniz Anayasaya kadarda girdi. 141-142 Anayasada da var. Şimdi, biz bunların nesini affedeceğiz, dediğiniz anda problem karşınıza geliyor. Bu bir kere basın suçu değil ki, haydi basın suçu olsa kolay...
Atatürk biliyorsunuz, kendisinin canına kıyma girişiminde bulunanları dahi affetti. Bağışladı. "Yüzellilikler" onun sağlığında onun imzasıyla affedildiler. 1938'de yurda döndüler. Nâzım Hikmet dahil. 1950 affı. DP’nin iktidara gelmesinden sonra çıktı. CHP hazırladı, ama af yasasını demokratlar çıkardı. İsmet Paşa da af çıkardı. Eski demokratların siyasal haklarını verdi. Güçlü iktidarlar affedebilirler, gibi bir kanı var bende. Şimdi ellerinizi başınızın üstünde birleştirip, güçlülük işareti yaptığınıza göre, bu konuda ne dersiniz, bir hazırlık düşünür müsünüz?
Burada tabii şöyle bir hadise var; birisine aynen şöyle dedim: "Bakın, Türkiye'nin tecrübesi var bu konuda. Kötü tecrübesi var, iyi tecrübe olsa mesele yok. 1974 affı..."
Ben o kanıya katılamıyorum!
Neyse, bir kötü tecrübe var. Yani asgariden o şekilde büyük bir kitle onun kötü bir tecrübe olduğuna inanmış, tamam mı?
Yayıldı, yahut da öyle yayıldı...
Yani, kabul etmeseniz bile böyle geniş, yaygın bir kanaat var. Bir bu hadise var ortada, geldiğimiz bir takım noktalar var; geçirdiğimiz bir dönem var. Şimdi bir şey yapılsa bile, diyorum, çok iyi düşünülmesi lazım. Yani rastgele, alelacele bir şey yapılamaz. Ama nasıl yapılacak? Bana sorarsan, benim bugün şu anda, şöyle bir fikrim var, böyle bir fikrim var, diyemem. Bazı şeyleri incelememiz lazım...
İncelemiş olmak da bir adım sayılmaz mı?
Olabilir tabii, inceleyeceğiz... Bazı şeyleri inceleyeceğiz.
(Kenan Mortan, ekonomiyle ilgili sorularına hazırlanıyordu. Söyleşi bir saat sürdü...)