Oylar Nereye?

Ankara C. Savcı Yardımcılarından Doğan Öz, Bülent Ecevit'in başbakanlığı sırasında, 24 Mart 1978'de öldürüldü. Doğan Öz, evinden çıkıp işine gitmek üzere arabasına bindiğinde, sıkılan kurşunlarla can verdi. Bir Grek yontusu gibi yakışıklı mı yakışıklı, yiğit kişiydi Doğan Öz. Kimse kıyamazdı ona kötülük yapmaya.
Sanık olarak İbrahim Çiftçi adında biri yakalandı, sıkıyönetim mahkemesinde dört kez ölüm cezasına çarptırıldı. Karar, her seferinde çeşitli gerekçelerle Askeri Yargıtay'dan döndü. Askeri Yargıtay, tüm tanıkların bulunduktan bir keşfin yapılmasında ısrar ediyordu. Tanıklardan biri ODTÜ'de doçent olan, cinayeti 20 metre uzaklıktan gören tanık Ziya Aktaş’tı. Ziya Aktaş ile eşi Jale Aktaş, ilk ifadelerini verdikten sonra ücretsiz izinle Amerika'ya gitmişler, Askeri Yargıtay'ın istediği keşif olaylarında bulunamamışlardı. Ziya Aktaş, ODTÜ'de "sağcı" diye tanınırdı. Mahkeme tutanaklarında, Ziya Aktaş için şöyle denmekteydi:
“… Maktulün aracı ile tanık Ziya Aktaş’ın aracı arasındaki mesafe bilirkişi tarafından 20 metre olarak saptanmıştır. Tanık Ziya Aktaş’ın beyanları ile diğer tanıkların beyanları arasındaki çelişkiler nedeniyle bu tanık, yani Ziya Aktaş ya faili tam izleyememiştir yahut da terör olaylarının verdiği korku ile gerçekleri gizlemektedir. "
Bu tutanağın daha geniş bir bölümünü Hikmet Çetinkaya, 13 aralık çarşamba günkü Cumhuriyet'te, köşesinde aktardı. Ziya Aktaş’ın, DSP’nin, İstanbul’da bir bölgeden ikinci sıraya konması ise çok kimseyi şaşırtacaktı.
Doğan Öz, Türk Hukuk Kurumu'nca, sağlığında “yılın hukukçusu" seçilmişti. Sağ olup şimdi DSP'yle adaylık için başvursa kabul edilir miydi? Hiç sanmıyorum. Eşi başvursa kabul edilir miydi? Hiç sanmıyorum!
Uğur Mumcu Vakfı’nın açılışında bulundum. Arkadaşımızın katilini bulmak da bizlere düşüyor. Devlet güçleri, kıllarını kıpırdatmıyorlar. Bugün Türkiye'de, Uğur Mumcu’yu kimin ya da kimlerin öldürdüğünü bilen yok mu? Olmaz olur mu? Biliyorlar ama saklıyorlar, Çıkacak ortaya bir gün...
Doğru Yol Partisi’nin dört kontenjanı varmış AA Yönetim Kurulu’nda. Öbürleri Mehmet Bican, Orhan Uğuroğlu (Interstar’ın Ankara Temsilcisi). Behiç Kılıç (Akşam’ın Ankara Temsilcisi). CHP kontenjanından da Ümit Gürtuna var. Behiç'le Ahmet Tan sonradan istifa edip ayrılırlar. Ahmet burada ikili silah kullanır. Bir yandan DYP'ye yakındır, bir yandan da Ecevit’e, 1991'de de adaylık yoklamaları yaparmış. "Nereden aday olacaksın” diyenlere "Nereden olursa!" yanıtını veriyordu. Bu kez, Ahmet iyice kafayı bozmuştu. Anadolu Ajansı’nda, hesap üstüne hesap yapmaktaydı. Arkadaşlarından yakın olanlarına:
En çok Hasan’dan korkuyorum! diyordu. Hasan aday olursa beni değil, onu alırlar. Ahmet'in "Hasan" dediği, Hasan Cemal’di. O da vaktiyle SHP'den düşünmüş, Ankara ya gelip Meclis lojmanlarını falan inceledikten sonra gazeteciliği yeğlediğim ileri sürerek girmemişti. Ben içimden:
Hasan almaz, basan alır! diyordum.
Ahmet de Hasan da eski Cumhuriyetçi, şimdi “Sabah" kadrosundaydılar. Ahmet daha kurnaz davrandı, Bülent Ecevit'in tüm yurtdışı gezilerine "Sabah" adına katıldı. İsrail gezisine de. Çoğu zaman, gazeteci olarak tek o gidiyordu Bülent Bey'le. Ne vefalı çocuktu! Ahmet. “R" Hanım'ı kazandı, önce. Kendini beğendirdi. Varsa yoksa Ahmet’ti, aferin Ahmet! İstanbul'da, Ahmet'in üstünde yer alan Zekeriya Temizel de Ahmet'in yakın arkadaşıydı. Gelirler Genel Müdürlüğü gibi görevlerde bulunmuştu vaktiyle. İstanbul Defterdarı da olmuştu. İstanbul 3 Bölge'de, iki mülkiyeli! Oh, yeme de yat. CHP'den geçen politikacı Tahir Köse ile eski SHP Genel Yazmanı Cevdet Selvi, onların arkasına itiliverdiler. Mülkiyelinin fendi, politikacıyı böyle yenmişti! Bunları, gelecek Meclis'te, DSP’deki mülkiyelilere dikkat edin diye yazıyorum. Mümtaz Soysal, Bülent Bey’le altı ay bir arada kalırsa yine de iyidir derim! Fikret Ünlü de Karaman’dan seçilirse sevinirim...
Ahmet’in Cumhuriyet’te de ilginç becerileri olmuş. Ankara Temsilcisi ya, sabah toplantılarında arkadaşlarına görevler verirmiş:
Belediyeyi filan kurcalayın bakalım. Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor mu? Genç muhabirler, yanıtlarlarmış:
Belediyeler Anayasa Mahkemesi'ne başvuramaz ki Ahmet! Kimlerin başvuracağı anayasada, Anayasa Mahkemesi tüzüğünde yazılıdır.
Bu duruma kızan Ahmet, iki kişiyi Betül Uncular ile Erbil Tuşalp’i İstanbul'a, Cumhuriyet’in Yayın Kurulu'na şikâyet eder. Yayın Kurulu, temsilcinin çalışamayacağı iki muhabirin çıkarılmasına karar verir. Uğur Mumcu ile Ali Sirmen karşı çıkarlar. İki çalışkan muhabirin atılmamasını isterler. O zamana değin Cumhuriyet'in geleneğinde, işe son verme yoktur. Yalnız, kendiliğinden ayrılan, bir daha geri alınmaz, bu kuraldır. İlk işe son verme. Ahmet'le başlar. Ardından toplu işten çıkarmalara girişir. Cumhuriyet'te 1991 'de yaşanan bunalımdan sonra da. Hasan Cemal'lerle birlikte o da ayrılıp Sabah a gider! Şimdi, Sabah da güç durumda, bir yandan üç yazarı DSP’den aday, bir yandan da Deniz Baykal’ı destekliyor. Güç iş, ne derseniz deyin.
Diyeceğim, gazeteciler, yazarlar adaylığa soyunmamalı, politikacı olmamalı. Beceremiyorlar çünkü. Gazetecilik uğraşı saygın bir uğraş. O hiçbir şeye değişilmemeli. Onu yaralamak isteyenler ne denli hırpalansalar azdır. Oylar nereye mi gidiyor? Böyle demokraside, böyle seçimde oyların bilinçli kullanılmasında zorunluluk var!