Ruhi Su, Nâzım’ın "Kuvayı Milliye Destanı"ndaki "Kadınlarımız" şiirini türküleştirmiştir. Böylece Ruhi Su, şiiri daha da ölümsüzleştirmiştir. Şiir şöyle.
"Gece aydınlık ve sıcak. / Ve kağnılarda tahta yataklarında/ koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı/ ve kadınlar / birbirinden gizleyerek / bakıyorlardı ayın altında. / Geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine / Ve kadınlar, bizim kadınlarımız / korkunç ve mübarek elleri, / ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle, / anamız, avradımız, yarimiz / ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen / ve soframızdaki yeri / öküzümüzden sonra gelen / ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız / ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki / ve karasabana koşulan / ve ağıllarda / ışıltısında yere saplı bıçaklatrın / oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan / kadınlar, / bizim kadınlarımız / şimdi ayın altında / kağnıların ve hartuçların peşinde / harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi / aynı yürek ferahlığı. / aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. / Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde / ince boyunlu çocuklar uyuyordu. / Ve ayın altında kağnılar / yürüyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru…"
Nâzım’ın bu dizelerini, DYP'nin “Gönüllü Kadınlar" grubu, bir broşürde toplayıp üyelere gönderirler. DYP'nin kuması ya ANAP, onun eski Genel Başkan Yardımcısı, şimdiki danışmanı Mustafa Taşar, belki bir şeyleri belleklerden çıkarmak istermiş gibi, bunu ele alıp Nazım’a ileri geri şeyler söylemeye çabaladı. DYP’liler için, "Yahudi asıllı bir komünist şairin arkasına sığınacak kadar alçaldılar'' gibi laflar etti. Tüm bunlar, halen kaçak olan kardeşi Faruk Taşar’ı unutturmak için miydi? ANAP içinde dört eğilimden birini simgeleyen Mustafa Taşar, Türkiye’de "Yahudi düşmanlığı" diye bir şeyin olmadığını bilmez mi? Yahudi düşmanlığı güdenler, öteden beri Hitler faşizminin hayranlarından başkası değildir. Dünyada herkes eşittir. Yahudi olmak neden küçültücü bir şey olsun? Nâzım’ın yaşayan kız kardeşi Samiye Yaltırım, "Nokta" dergisine şunları söylüyor:
"Yahudi olmak, küçültücü ya da aşağılayıcı bir durum değildir ki. Ama biz Yahudi de değiliz. Türkiye'de Selanikli olmakla Yahudi olmak neredeyse özdeşleştirilmiştir. Atatürk de Selanikliydi. Kaldı ki devlet töreniyle gömülen Ali Fuat Cebesoy da benim dayım olur. Bir başka dayım Mehmet Ali, 19 yaşında Çanakkale'ye gönüllü gidip şahit olmuştur..."
Samiye Yaltırım'ın savunmanları Bilgin İnanç ile Atilla Coşkun, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nde Mustafa Taşar aleyhine 5 milyon liralık manevi tazminat davası açtıklarını belirterek dava dilekçesinde şu sözlere yer veriyorlar:
"Davalının Nazım Hikmet’e ilişkin bu sözleri, düzeysiz, basit, hatta ahlak dışı bir saldırı ve hakaret niteliği taşımaktadır, öte yandan bu sözlerle davalı, Hitler faşizminin yaratıp körüklediği Yahudi düşmanlığının ve Yahudiliğin aşağılayıcı bir özellik olduğu propagandasının olumsuz etkilerinden yararlanmak istemektedir... Davalının bu sözleri, büyük şairin anısına, dünya ve Türk yazın sanatına, müvekkilimizin kişilik haklama, aile şeref ve itibarına yönelik bir hakarettir. Bu sözler, utanılacak ve çağdışı bir tutumu yansıtmaktadır..." (“Nokta" Dergisi, 12 Temmuz 1987, sayı 27, sayfa 28)
* * *
Güngör Dilmen'in yazdığı, Yıldız Kenter’in oynadığı "Ben Anadolu" adlı oyunun, Amerika'ya gönderilmekten vazgeçilmesinin tartışmaları sürmekte. 3 Temmuz 1987 günlü Cumhuriyet’te, bu konuda geniş bir haber yayımlanmıştı. Türk-İslam sentezi uygulayıcıları, oyuna aylar önceden karşı çıkmışlardı. Şimdiki yönetimce yayımlanan "Türk Dili" dergisinin şubat 1987 sayısında. Mehmet Kaplan'ın elinden tuttuklarından Prof. Dr. İnci Engünün, yapıtla ilgili yazısını şöyle bitiriyor:
"...Bu eserde hâkim olan görüş, Anadolu'nun Türk ve Müslüman değil, Hıristiyan olduğudur ki Yunanlıların ve Ermenilerin de görüşleri bundan farklı değildir"
Yazısının bir yerinde de şöyle diyor İnci Engünün:
“Fakat bu eserin Türkleri ne kadar yanlış tanıtacağı da unutulmamak gerekir. Böyle bir eserin uyandırdığı tesir bir Geceyarısı Ekspresimden çok daha tehlikelidir "
Döktürüyor incileri Engünün:
"Bu eser, başarılı birkaç tiyatro yazarımızdan biri tarafından yazılmış, kabiliyeti tartışılmayacak değerli devlet sanatçılarımızdan Yıldız Kenter tarafından da oynanmaktadır. Adı Ben Anadolu'dur ve dar kadrosu dolayısıyla her yere gönderilmesi ekonomiktir.
İlk bakışta böyle görülen eserin ne yazık ki, muhtevası dolayısıyla yurtdışında bizi asla temsil etmemesi gerekir. Eser, pagan dönemlerden başlamakta, Bereket Tanrıçası Kibeleden itibaren Anadolu'da Tanrıçalar, Hazreti Meryem, Bizans imparatoriçelerini içine almakta ve nihayet Osmanlıya gelmektedir. Burada tanıtılan kadınlardan biri Nilüfer Hatun'dur, oğluna ‘Almak istediğin Bizans benim' der. Bir diğeri birkaç kere evlendirilen ve her kocası ölen veya öldürülen Ayşe Sultan’dır ki, eserde takdim edilişi bir karikatürden ibarettir. Bir diğeri de Batı kaynaklanma son nefesinde bir papaz istediği belirtilen II. Mahmud'un annesi Nakşidil Sultan’dır. O da büyük bir ihtiras ile 'Hıristiyan olarak ölmek istiyorum' diye feryat eder Sonra Halide Edibe sıra gelir, ama takdim edilen, Türk kadınının, cephedeki Mehmetçiğin hikâyesini anlatan, onun ıstırabını yaşayan Halide Edip değil, esir Yunanlıya acıyan Halide Edip .."
İnci Engünün'ün yazısı, "Türk Dili" dergisinin kimlerin elinde kaldığını göstermesi yönünden çok ilginçtir. Burada, Türk-İslam senteziyle faşizm özdeşleşir mi? Cumhuriyet’te yayımlanan haberde, Yıldız Kenter’in yanıtı gerçekle İnci Engünün'edir. Kenter, şöyle der:
“...Nakşidil Sultan'ın oyunda, ‘Ben Hıristiyanım' demesi, Hıristiyanlık propagandası değildir. Nakşidil Sultan şunları söyler: ‘Beni tepeden tırnağa bu toprağın kadını yapan, III. Selim’in örnek insanlığı oldu. Yunus’u o öğretti. Bana Hacı Bektaş Veli'yi o öğretti. Mevlana’yı o öğretti. Bu bilge ozanları niye andım? İşte şimdi oraya geliyorum. Yüreğimin gizine, derin özlemine. Dinler arasında ayrım gözetmeyen bu ozanlar gibi ben de Tanrının tek ulu varlığına inanırım. Ben Hıristiyan olarak doğmuşum, ölürken beni ilk gençliğime götürebilir misin? Hıristiyan olarak ölmek istiyorum.' II. Mahmud'un ona bunu bahşetmesinden sonra da "Kuluyla Tanrısı arasına hiç kimse giremez, derken gözümde sonsuzca büyüdün oğlum, hakanım benim” der. Bu, Türkün geniş görüşünü belirleyen bir tavırdır. Ve bizim bu tavrımızı bütün dünyaya ilan etmemiz gerekiyor. Bu oyun Türk-Batı sentezine uygundur. Türk-İslam sentezine değil tabii..."
Oyunun yazarı Güngör Dilmen de şöyle diyordu:
— Kimse tiyatroya tarih öğrenmek için gitmez. Tarihe karışmış söylenceler vardır ve oyun yazarı bunlardan yararlanabilir. 'Hıristiyan Anadolu' deniyor. Evet, Hıristiyan Anadolu da var, var olanı yok mu sayacağız? Ondan önce de pagan Anadolu yeri. Oyun Ana Tanrıça Kibele'yle başlıyor ve bu bölüm çok daha fazla yer tutuyor. Bunlara hiç ses çıkartılmıyor, ama nedense Hıristiyanlık konusuna çok eğiliniyor.
Türklüğü yok saymakla suçlanıyoruz. Oysa bilinmeli ki, Türklük herhangi bir dinle sınırlı değildir, herhangi bir dinle özdeş de değildir" (Cumhuriyet, 3 Temmuz 1987)
12 Temmuz 1987, Cumhuriyet