Orhan Apaydın'ı Anarken...

Bundan on yıl önceydi; Tercüman gazetesi yazarlarından Ergun Göze, "Ankara Notları”nda çıkan kendisiyle ilgili bir yazı nedeniyle dava açmıştı. Hem hukuk hem ceza davası. Ergun Göze, yazıda kendisine “hırsız" demek istediğimi ileri sürüyordu. Yazıda, “hırsız" sözcüğü geçmiyordu. Bir yerde, Arapça ''cebellezi" sözcüğü geçiyordu. Yazının bir yerinde, “uyanık, bilinçli denetçiler yüzünden Göze, paraları cebellezi edemedi..." demiştim.
Konunun özu şuydu: Tercüman yazarı Göze, Diyanet Vakfı'yla, "İslam Ansiklopedisi" çıkarmak için bir sözleşme yapıyor, yüzlerce milyon liralık "fizibilite raporları" düzenliyordu. Bir anlamda, Diyanet Vakfı’nın paraları "cebellezi" edildi, ediliyordu. Bir okur, belgeler getirmişti, ancak belgelerde yazışmaların kimler arasında yapıldığı kapatılmıştı. Sonradan öğrendim, bu yazılar, yazışmalar “gizli" olduğu için kapatılmıştı. Okur da, başına bir şey gelmesinden korkmuştu.
İstanbul'da, 11. Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın karar aşamasına yetişebildim. O son duruşmada, 11. Asliye Hukuk Mahkemesi yargıcı, sadece kararı okudu. Ergun Göze’ye 1 milyon lira ödemeye mahkûm edilmiştim. Yargıcın, ceza davasını beklemeden, böyle ivedi karar verişine şaşırmıştım. Karar, Yargıtay'a gitti; verilen 1 milyon lira çok bulunmuş, bozulmuştu. Bu kez yargıç bunu 500 bin liraya indirdi. Ergun Göze, paraları çıtır çıtır yedi!
Yalnız şöyle bir şey yaptım. Duruşmadan çıkınca, savunmanla birlikte gazeteye dönmüştük.
Oturdum, bir güzel kendi aleyhime olan, mahkûmiyet haberimi yazdım. Ertesi günü gazetede çıktı.. “Mustafa Ekmekçi mahkûm oldu!" diye. Bizde, yazarlar, gazeteciler mahkemelerde mahkûm olduklarını pek yazmazlar, kazandıkları zaman yazarlar. Öyle şey olur mu?
Ankara'ya dönünce bir sürprizle karşılaştım. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Başkanı Halit Saltık, Ankara Bürosu’na telefon ederek,
-Mustafa Ekmekçi’nin yazdıktan baştan sona doğru, nasıl mahkûm olur diye sormuş. Elindeki belgelerin fotokopilerini de, bana verilmek üzere gazeteye göndermiş. Dünyalar benim olmuştu...
Savunman Orhan Apaydın,
-Ben yalnız senin duruşmalarına girmek istiyorum demişti.
Ceza davası, Kadıköy 2. Adliye Ceza Mahkemesi'nde açılmıştı. Ergun Göze de o yörede oturuyordu. İlk duruşmaya gidemedim. Belgelerin listesinin sunulacağı -sanırım ikinci- duruşmaya gittim. Duruşma öncesinde Orhan Apaydın’ın evinde kaldım. Onlar, gece benim getirdiğim belgeler listesini eşi Gürsel Apaydın'la kâğıda döküyorlardı. Ben de, bana ayrılan odada daktilomu açmış, mahkemede yapacağım konuşmayı hazırlıyordum. Orhan Apaydın,
-Sen uyumana bak diyordu. Yarınki duruşmada yargıç sana söz vermez. Sana savunmalar sırasında söz verilir, konuşursun. Ben ise konuşma hazırlıyor, bu duruşmada Ergun Göze'ye bir gazetecilik dersi vermek istiyordum.
Sonunda araya, Gürsel Apaydın girmek zorunda kaldı..
-Canım, Mustafa Bey de hazırlanmak istiyor, bırak hazırlansın! dedi.
-Ama uykusuz kalacak, yazık!
Gece sabaha dek, ben de onlar da hazırlandık. Sabah duruşmaya, mahkemeye gittik. Duruşma, saatinde başladı. Ben sanık yerine oturdum ön sırada; Orhan Apaydın yanıbaşımdaydı. Davacı Ergun Göze gelmiş, ancak dinleyiciler arasında oturmaktaydı. Sanki
-Biz adamı böyle sanık sandalyesine oturtur, böyle yargılatırız! der havalarındaydı.
Savunmanı, davacı yerindeydi. (Adı Kemal Bey olacak).
Kemal Bey söz aldı, özetle,
-Efendim, yazar Mustafa Ekmekçi’nin yazdıkları doğru olabilir, biz ona birşey demiyoruz. Ama müvekkilime hakaret etmiştir! Biz onun davacısıyız... diyor, hukuk mahkemesinin verdiği mahkûmiyet kararını, yargıca veriyordu.
Savunmanım Orhan Apaydın, her zamanki sakin haliyle, kanıtlar listesini verdi, kanıtlar kocaman bir dosya tutmaktaydı. Bayan yargıç Levent Ardahan. Orhan Apaydın'ın verdiği listeyi tek tek yazdırdı. Kanıtlar dosyasını aldı. Ben, bana söz verip vermeyeceğini merakla bekliyordum. Levent Ardahan;
-Mustafa Ekmekçi, siz Ankara'dan geldiniz, bir şey söylemek istiyor musunuz?
Ayağa kalkarken, yanımda oturan savunmanım Orhan Apaydın’a bir çimdik attım,
-Sayın yargıç, ben bu duruşmaya sizi tanımaya geldim... diye konuşmama başladım. Yargıç,
-Tabii, hakkınız... dedi. Sürdürdüm konuşmamı:
-Sizin de beni tanımanızı istedim. Mahkum edeceğiniz ya da aklayacağınız kişi nasıl bir insandır, siz de tanımalısınız. Ben size kendimi anlatacak değilim. Davacıyı anlatacağım. Davacı Ergun Göze, gerçek bir gazeteci değildir. Basın kartı yoktur. İkinci, üçüncü işler yapmaktadır. Savunmandır. Şimdi de Diyanet Vakfı ile "İslam Ansiklopedisi" çıkarma girişiminde bulunmuştur. Bunun belgelerinin bir örneğini savunmanım Orhan Apaydın size sundu. Kanıtların asılları, devlettedir. Bunların getirtilmesini istiyoruz. "Cebellezi" sözü “hırsız" demek değildir. "Cep” ceptir. "Ellezi” de. "bu, şu" anlamına kullanılır. "Bu cep", "şu cep” demektir. Burada önemli olan gazetecilik uğraşıdır. Biz basını düzeltmek, ıslah etmek istiyoruz.
O sırada, dinleyici sıralarından ayağa kalkan Ergun Göze, yargıca,
-Yerime geçebilir miyim diye sordu. Karşılık vereceğim!
-Hayır yanıtını verdi yargıç, Vaktiyle geçseydiniz...
Ergun Göze, başını sallayarak dinleyici sıralarını terk etti. Yargıç, belgelerin devletten getirtilmesi, tanıkların dinlenmesi için duruşmayı bir başka güne bıraktı. Davanın gidişi belli oluyordu. Duruşmadan çıkarken Orhan Apaydın, keyifle,
-Haydi seni yemeğe götüreyim! dedi.
-Senin yaptığını Çorumlu yapmaz! dedim.
-O ne demek?
-Yemekte anlatırım. Bu daha çok halk arasında, şoförler arasında geçer...
Ondan sonra, adım Apaydınlar'ın evinde “Çorumlu" diye kaldı. Davanın sonucu ne mi oldu? Yargıç Levent Ardahan, aklama kararı verdi. "Mustafa Ekmekçi’nin yazısında hakaret yoktur, ağır eleştiri vardır" gerekçesiyle.
Orhan Apaydın, sevgili savunmanım, o dünya tatlısı adamın bugün olum yıldönümü. Ataol Behramoğlu, "Barış Derneği Davası”nda tutuklu yatarlarken, Orhan Apaydın için şu dörtlüğü yazmıştı: “Hapishane ağası Orhan Abimiz,/Sanmayın ki baskılardan yılacak/Fakat uzar ise tutsaklık günlerimiz/Bir takke ve bir çift gözden ibaret kalacak!"