Onurlu Bir İnsanın Ölümü...

Bazı yörelerde, loğ taşı denirmiş yuvak taşına. Yuvak taşı da ne? Sözcük yuvarlamaktan geliyor besbelli. Yuvak, yuvarlanan şey. Oldukça ağır bir taş, silindir biçiminde. İki yanı, oyuk. Oyuklara makara demir geçiriliyor, çekilip yuvarlanıyor. Köylerde kar yağdığı zaman, çatısız düz damlarda karın eriyip, içeri akmaması için, toprak dam bu yuvaklarla sıkıştırılıyor. Taşları olmasa da olur, ağaç gövdesinden de yuvaklar yapılabilir. Odada otururken, tepeden sular akmaya başlayınca, usa ilk damdaki karların kürenmesi, sonra da yuvakla toprağın sıkıştırılması gelir. Her evde de yuvak taşı olmayabilir. O zaman, yuvak taşı ödünç alınır. Fıkrada loğ taşı geçtiğine göre, ben yine loğ taş, diyeyim...
Hasan ağa, bir akşam yanındaki adamına:
— Sabah erkenden kalkacaksın, filan köyde Hüseyin Ağa'ya gideceksin. Loğ taşını yüklenip geleceksin! demiş. Loğ taşı da bir ağırdır ki...
Hasan Ağa'nın adamı, erkenden kalkmış Hüseyin Ağa’nın köyüne varmış. Hüseyin Ağa sormuş,
— Hayrola niye geldin?
Adam, gelmiş ama, niye geldiğini unutmuş:
— Hasan Ağa dedi ki, “Sabah erkenden kalkacaksın, filan köyde Hüseyin Ağa'ya gideceksin...” dedi. Sözün gerisini unuttum!..
— Hasan Ağa bu saatte seni gönderdiğine göre, loğ taşını istemiştir! Yüklen bakalım sırtına taşı, demiş.
Adamın sırtına ağır loğ taşını yükleyip yollamış...
Fıkrayı, Zahit Büyükişleyen'in “Vakko”daki sergisini izlerken dinledim.
Hüseyin Ağa'nın davranışı, sezgiyle birlikte, bir sorumluluk duygusunu da gösterir. Biri sorumluluğunu, görevini unutsa da, unutmayanların bulunması gerektiğini vurgular...
Osman Köksal için, bir ağıt yazısı yazmak usumdan geçmedi. Sanırım, böyle bir şeyi Osman Köksal istemezdi. İçi sorumluluk duygusuyla dolu, böyle pek az insan gördüm. Yazılacak “Ankara Notları” bu onurlu insana yakışır olmalı...
Nadir Nadi, geçtiğimiz hafta Ankara'ya geldiğinde, Osman Köksal'ı aratmış, görüşmüştü.
Birkaç ay önceydi; Osman Köksal'a, evine gitmiş; Nadir Nadi'nin de selamını götürmüştüm. 27 Mayıs anılarını anlatmıştı. Anılarını yazıyordu, yeni öğrendim, nerdeyse bitmiş.
27 Mayıs İhtilalinde, Yassıada'ya giden DP'li milletvekillerinden birinin oğlu da yedeksubay olarak. Muhafız Alayı'nda askerliğini yapıyormuş. Köksal genci çağırmış:
— Bak, demiş, biz babanı Yassıada’ya gönderdik. Babandır, üzülmüşsündür! Sana izin vereyim, bir süre uzaklaş istersen...
Baba, olayı öğrenince, Köksal'a uzun bir mektup yazmış teşekkür etmiş... Konuşmamız sırasında mektuptan da söz etmişti. Anıları yayınlanınca okuruz sanıyorum...
Sade mi sade perdeler vardı pencerelerde. Dar gelirli bir aile evi denebilirdi. Oğlu, on aydan fazla bir süredir Mamak'ta tutukluydu. Oğlu, babasını ölümünden sonra morgda gördü. Buna izin vermişlerdi. İnsanın ayakkabısının altının delik olduğunu yakınları dışında kim bilebilir. Yok yoksul yaşadığı da bilinmeyebilir...
Maltepe Camü avlusunda, büyük bir kalabalık vardı. Hemen bütün 27 Mayısçı arkadaşları gelmişlerdi. Sami Küçük, Tıp Fakültesi'nde hasta yattığı İçin, eşi gelmişti. Salim Başol:
— Vehbi Ersu’nun cenazesinde, “27 Mayısçılar bu kadar mıydı?” diye yazmıştın! dedi.
Suna Kan, bir ağacın dibinde ayaktaydı. Kimse kimseye bir şey söylemiyor...
Aynı gün, eski Bakanlardan Sait Naci Ergin'in cenazesi de Maltepe'den kaldırıldı, iki cenazeye gelenler de kaynaşmış gibiydiler. İsmet Sezgin, Osman Köksal'ın salına yapıştı bir ara: Köksal’ın bayrağa sanlı tabutu 27 Mayısçı arkadaşlarının omuzundaydı...
Yıllarca, kalp hastası olduğunu, eşinden, çocuklarından saklamış. Başka ilaç kutularının içine koymuş ilaçlarını. Silahını sakladığı, dolaba kilitlermiş sağlık karnesini.
Kalp hastası olmayı, asker yüreğine yakıştıramamış olmalı.
Maltepe Camisi avlusundaki kalabalığa karşın, Cebeci Mezarlığında toprağa verilirken 20 kişi var, yoktu. Ekrem Acuner, Ertuğrul Alatlı, Vedat Türkali, bir arabayla gitmiştik. Sait Naci Ergin’in az ilerdeki mezarının başında da o kadar kişi vardı.
Osman Köksal, mezara kondu. Toprağı örtüldü, çiçekler kondu, iki hoca dua okudu. Arkadaşı Vehbi Ersu’nun mezarına nasıl da yakındı. Ersu'nun mezar taşında şunlar yazılıydı:
“Sen rahat uyu, ufkumuz yine seninle aydınlık”