Öneriler…

1961'den sonra, yeni partiler kurulmuş. AP'nin başına emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala getirilmişti. 27 Mayıs İhtilâlinin ilk Genelkurmay Başkanıydı. O zaman Milliyet’te siyasal partilere, bir de Bakanlıklara bakan muhabirdim. Liderlerin arkasında, onları izlerdik. Büro şefimiz o yıllar İlhamı Soysal’dı…
Gümüşpala'yla görüşmeye gittiğim zaman, çok hoş karşılar, yanındakilere “Sayın Ekmekçi bizdendir” derdi. Hemen karşı çıkıp.
— Paşam, sizden olduğumu nereden çıkarıyorsunuz? deyince de, şöyle yanıt verirdi:
— Olsun. Ben seni bizden sayıyorum. Konuşmalarımı, bir şey eklemeden dosdoğru veriyorsun!
— O, bizim görevimiz...
1964 yılıydı. Uzun bir yurt gezisine çıkan Gümüşpala’yı izliyorduk. Gümüşpala’nın yanında partinin ileri gelenleri de var. Erzurum'a geldik. Gümüşpala orada alanda konuştu. Erzurum’da gazetecilik yapan bir arkadaşım yanıma geldi. Şöyle dedi:
— Dikkat et, burada Atatürk'ten, Atatürk devrimlerinden söz etmeyecek. Çünkü, burada partililer. Aman Paşam, burada Atatürk devrimlerinden söz edersen oy alamayız!” dediler.
Kulak kesilmiş, konuşmayı dinliyordum. Gerçekten, söz etmedi...
Gezimiz sürüyordu. Çok uzun bir geziydi. Paşa, yorgundu. Hastaydı. Beş on dakika ancak konuşabiliyordu bazı yerlerde. Ağrı'nın Diyadin ilçesine geldik. Bir kahveye oturuldu. Çaylar söylendi. Paşa’nın konuşması bekleniyordu. Şöyle dedi:
— Çok yorgunum, konuşamayacağım. Benim yerime, Sayın Ekmekçi konuşsun!
— Aman Paşam, gazeteci konuşur mu? Biz sizi izlemekle görevliyiz. Burada genel başkan yardımcılarınız, genel sekreteriniz var. Onlar konuşsunlar...
Kahveyi dolduran halk da beklemiyor, yanındakiler üsteliyorlardı:
— Haydi Ekmekçi, kırma Paşa'yı. O, senin konuşmanı istiyor...
Ne yapayım? Oturduğum sandalyenin üstüne çıktım. “Sevgili Diyadinliler!” diye konuşmaya başladım. Partileri denetlemenin, halkın görevi olduğunu anlattım. Hiçbir parti adı vermiyor. “A” partisi. “B” partisi gibi tanımlar yapıyordum. Hürriyet'ten Behiç Ekşi, fotoğraf çekiyordu. Gazetesine gönderdiği resim altına bir not düşmüş. Gazetesinin Gümüşpala'yı izlemekle görevlendirdiği Mustafa Ekmekçi'nin halidir!” diye yazmıştı. Bereket, gazete o fotoğrafı kullanmadı. Diyadinliler alkışladılar. Yıllar sonra:
— Bir Mustafa Ekmekçi vardı, bir daha gelmedi! diyorlarmış... Dönüp dolaşıp, Diyarbakır'a geldik. Bir gece yansı, kaldığımız otelde, odamın kapısı vuruldu. Açtım. Lider Gümüşpala'ydı:
— Uyuyamadım Sayın Ekmekçi, dedi, sizinle konuşmak istedim. Bizi, partimizi nasıl buluyorsunuz? Düşüncenizi öğrenmeye geldim.
Üstünde pijaması vardı. Sandalyeye ilişti. Şöyle dedim:
— Madem sordunuz söyleyeyim Paşam, beğenmiyorum! Erzurum'da yerel partililerin önerilerine uyup. Atatürk’ten söz etmeyişiniz iyi değildi. Atatürk devrimleri, bir partinin değil, tüm partilerin savunması gereken devrimlerdi. Sonra, plana da sahip çıkmadınız. “Plan değil, pilav istiyoruz” sloganını sizin benimsemeniz yanlıştı. Plana sahip çıkmanız gerekirdi.
Gecenin geç saatinde ayrıldı Gümüşpala. Ertesi günü, Mardin'de Atatürk devrimlerini anlattı. Devrimlerin savunucusu olduklarını söyledi. “Planın sahibi biziz” dedi...
O gezinin sonunda öldü Gümüşpala. Belki de gezinin hızına, yorgunluğuna dayanamadı...
1970 öncesi, İsmet Paşa'nın ilginç bir gezisini de aktarmalıyım. Gazetecilerin uçağında yer bulamamış. İsmet Paşa’nın uçağında yalnız gidiş için yer bulabilmiştim. Paşa, Güneydoğu illerinden birine gidiyordu. Uçakta partililer vardı. Bazen sıkıntılar gazeteciye şans getirir. Senato seçimleri öncesiydi sanıyorum. Paşa’nın yanında tek gazeteci olarak gitmek hoşuma gidiyordu. Paşa, bir ara ilde yapacağı konuşmanın metnini gönderdi. Ekmekçi, konuşmamı okusun, bana düşüncesini söylesin!” demiş. Konuşmayı okudum, geri verdim. Sordu.
— Nasıl buldun, konuşmamı?
— Güzel Paşam!
— Sen beğenmedin konuşmamı! dedi. “Güzel Paşam” dediysem de, inanmıyordu.
— Nesini eksik buldun? diye sordu...
Yola çıkmadan öğrenmiştim il’deki yerel partililer.  Paşa'ya söyleyin burada şeyhler filan var. Paşa gericilere, nurculara filan çatmasın, yoksa, oy alamayız!” demişler. Paşa'nın okuduğum konuşmasında da konuya hiç değinilmiyordu. Bunu söyledim. Birkaç gün önce, İsmet Paşa, Afyon İlçelerinden birinin yakınından geçerken, tutucular, yolda Paşa’nın geçeceği yerde kurban keser gibi bir köpeği kesmişlerdi. Paşa, önce kendisini karşılıyorlar sanıp arabayı durdurmuş, ancak olayı görünce beyninden vurulmuşa dönmüştü. Eleştirimi duyunca:
— Sen ne insafsız çocuksun! dedi, karşımızda kiler neler yapıyorlar görmüyor musun?
Gidip yerime oturdum. Uçak havaalanına inince yine çağırdı.
— Konuşmam bitinceye kadar, ayrılma! dedi. Daha önce il’e varan gazeteciler, kendilerine verilen yazılı metni gazetelerine geçmişler, konuşma yerine gelme gereğini de duymamışlardı. Paşa, yağmur altında konuştu. Yazılı konuşması bitince, kâğıtları cebine koydu... Şimdi beni dinleyin!” diyerek; şeyhlere, nurculara ağır sözlerle çattı. Kürsünün önünde habire not alıyordum. Konuşması bitince, indi. Yanımdan geçerken sordu:
— Konuşmamı beğendin mi şimdi?
— Çok güzeldi Paşam!
Kalacağımız otele gittik. Gazeteci arkadaşlar, daha önce yazdırmış oldukları habere yeni ekler yapmak, haberlerini değiştirmek zorunda kalmışlardı...