Önemli Bir Görev...

Babamın bir kedisi vardı, kapıyı açardı. Gelenlere bunu anlatır, deneyini de yapardık. Kediyi içeri ka-patır, arkadan çağırırdık:

— Pisi pisi pisi...

Kedi, hemen kapının şırpdüşenine fırlar, dili yukarı kaldırırdı. Sonra da aralanan kapıdan sıyrılır, gelirdi...

Hamdı Konur'un kedisi de kapıyı açarmış…

— Haydi, bir görelimi dedim…

— Öyle değil, karşılığını verdi. O kendi canı istediği zaman açıyor kapıyı…

Şimdi kapılarda, eskiden olduğu gibi şırpdüşen yok, kollar var. Hamdi Bey’in kedisi, fırlayıp kola asılıyor, açıyormuş kapıyı..

Bir yandan iri tüylü kediye tespihi gösterip, başının çevresinde dolaştırıyor, bir yandan da Hamdi Konur’un anlattıklarını dinliyorum..

Hamdi Konur, çocukluğunda konservatuarda okumuş. Zaman zaman Çankaya'ya götürürler, Atatürk’e çok sesli müzik çalarlar, şarkılar söylerlermiş. Bir gece yansı, gittiklerinde bakmışlar ki daha önce orada alaturka saz çalıp söyleyenler, ayrılıp gitmemişler. Utlarını, kemanlarını topluyorlar!

Mustafa Kemal, neredeyse kızarıp utanmış. Koskoca Mustafa Kemal, o çocuksu mahcupluğu ile çocuklardan özür dilemiş:

— Kusura bakmayın çocuklar. Biz bu musikiyle büyüdük. Alıştık. Ama, geleceğin Türk musikisi, sizin çalip söylediğiniz musikidir. Cumhuriyetin musikisini siz kendiniz yaratacaksınız.

Kedi, ayağıyla tespihimi yakalamaya çalışıyor. Zevkle dinliyorum Hamdı Bey’i..

— Bir gün Gazi Orman Çiftliği’ne gitmiştik. Atatürk de geldi bir ara arkadaşlarıyla oturdu.. Biz gençler, karşısında oturuyoruz. Bir ara:

— İçinizde şiir okuyacak var mı? Okusun da dinleyelim dedi.

Bir genç çıktı, başladı okumaya:

— «Akıyordu su, gösterip aynasında…»

Genç şiiri bitirince. Atatürk sordu:

— Ne anladın bu şiirden anlat bakalım.

Genç anlatamadı. Atatürk:

— Biraz muğlak (anlaşılması zor) değil mi?

— Evet Paşam!

Başka biri çıktı, o da «Salkımsöğüt» ü okudu. Bir başkası «Atlılar Atlılar..» diye sürdürdü Gazi:

— Hep. Nazım’dan mı biliyorsunuz? «Akın» dan filan okuyacak yok mu? diye sordu. Biri çıktı. Faruk Nafiz’in «Han Duvarları» nı okudu.

Tatlı tatlı dinliyorum Hamdi Bey’i. Avukat Halit Çelenk de var.

Önceki gündü. Türk Dil Kurumu’nda düzenlenen «Atatürk’ün Yolunda Türk Dil Devrimi» konulu toplantıyı izledim. Salon tıklım, tıklımdı. Sabah da öyle, öğleden sonra da. Öğleden sonra ayakta izledim. Oturacak ver kalmamıştı. Bazı tutucuların arı Türkçeye saldırıları ilgiyi artırmış mıydı ne? Tutucuların toplantılarında gazetelerden izledim, ezanın türkçeleştirilmesine değinen bile olmamıştı.

Ezanın Türkçe okunması konusunda, 27 Maviş devrimlerinden hemen sonra komite içinde bazı görüşmelerin olduğunu biliyorum. Konu tartışılırken. «14’ler» diye bilinen gruptan bazıları öneriye karşı çıkmışlar. Bunlar, «Kamuoyunda yıpranırız» görüşünü savunuyorlarmış. Metin Toker, «İsmet Paşayla 10 Yıl» adlı yapıtında, o sıralarda, 6 Ağustos 1960’da İsmet paşa ve Cemal Gürsel arasında yapılan bir görüşmeyi anlatırken şu bilgileri de verir:

«... Görüşmede daha ziyade Cemal Gürsel anlatmış. Bazı meseleler hakkında bilgi vermiş. Önce din meselesini söylemiş. Dinde bir reform düşündüklerini, dini, irticai teşekküllerin elinden kurtarmak arzusunda olduklarını, bir din şurasını içtimaya çağıracaklarını söylemiş. Bu şura halka verilecek dini terbiye konusunu inceleyecek ve kararlara varacakmış. İsmet Paşa:

— «İbadetin Türkçeleştirilmesini, Türkçe ezanı gözünüz tutuyor mu?» diye sormuş.

Gürsel, tutmadığını bildirmiş, Bunu İstediklerini, fakat tepki den korktuklarını anlatmış. İsmet Paşa:— «Yazık» demiş.Cemal Gürsel. «Dinde reform» tabirini de kullanmak niyetleri olmadığını belirtmiş...»

Türkçe ezan konusunda Atatürkçü aydın din adamlarına, uyanık ve bilinçli Türk kamuoyuna gerçekten önemli görev düşüyor...