Olur Şey Değil...

Ankara'da günün konusu, yerel seçimlerin 25 martta yapılmak istenmesi; Meclis’teki muhalefet partileri, toplantıyı terk ediyorlar, iktidar '‘Hodri meydan! "diyor. Anayasa ya göre, yerel seçimlerin aralık 1984'e dek yapılabilmesi olanağı varken, seçim tarihi neden yaz aylarında, sonbaharda değil de martın 25'i olarak saptanmak isteniyor? Hoş, eldeki bilgilere göre Doğru Yol da, SODEP de, yerel seçimlere girebiliyorlar. O zaman, ivecenliğin bir başka nedeni olmalı, diyenler var..
Türkiye koşullarında, martta seçim pek gerçekçi görünmüyor. Yağmur, kar o aylarda kapar yolları, bu durumda ilçelere, kasabalara nasıl sandık kurulları gönderilebilir? Yüksek Seçim Kurulu, öğrendiğime göre 76 milyon filigramlı zarf basmak zorunda, oy pusulaları, birden çok seçim için bastırılıp, ilçelere gönderilecek. İşin daha tuhafı var: ANAP yöneticileri, başlangıçta 25 mart değil, 3 haziranda yerel seçimleri yapıp bitirmeden yanaydılar. Nedense, sonra değişti. 25 mart oldu. Herkes, bunun nedenini arıyor, ivecenliğin.
Acaba, foya ortaya çıkmadan seçimleri yapsak, diye düşünenler mi vardı?
* * *
4 ocak çarşamba günkü “TDK listesine girenler..." başlıklı “Ankara Notları"nda. TDK Yürütme Kurulu’na girenler arasında Mehmet Kaplan’ın çok tuttuğu eski asistanlarından “Azeri Kızı” Doç. Zeynep Kerman’ın da bulunduğunu yazmıştım. Geçenlerde "Nokta" dergisinde, Mehmet Kaplan’ın, bir zamanlar Atatürk hakkında ileri geri konuştuğu yolunda birkaç sözcük gözüme çarptı. Mehmet Kaplan, “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”nda, üst düzeyde bir görevdeydi.
Onun, 1952 yılında ‘Komünizme Karşı Mücadele' dergisinde çıkan “Atatürkçülük Bir İdeoloji Olabilir mi?” başlıklı yazısını anımsadım; arayıp buldum. Kaplan, orada şöyle diyordu;
“Hayır! Yapılan bütün propagandalara rağmen Atatürkçülük kelimenin hakiki manasıyla bir "ideoloji’" olamaz. Zira "ide" kelimesinin de belirttiği üzere, her "ideoloji”nin temelinde, bir "fikir" in bulunması icab eder Atatürk ise bir "fikir" değil, bir "şahıs "tır.
İnsanlığı harekete getiren bütün “ideoloji”lerin kökünde bir "fikir" vardır: İdealizm, materyalizm, spiritüalizm, egzistansiyalizm, rasyonalizm, komünizm, rasizm, nasyonel-sosyalizm, radikalizm vesaire. Şahıs ismi etrafında teşekkül eden fikirler "dar" bir mana ifade ederler. Hitlerizm, Leninizm, Stalinizm gibi. Şarkta tarikatlardan çoğu şahıs isimleri etrafında kurulmuşlardır: Mevlevilik, Bektaşilik, Kadirilik, Eşrefilik, Bayramilik gibi.
Şahıs etrafında teşekkül eden fikirler, bulanık kalmaya mahkûmdur. Hele bu şahıslar, düşüncelerini "sistemli” bir şekilde ortaya koymamış iseler...
Atatürkçülük garpta, şahıs isimleriyle ifade olunan ve ana fikirlerden birine irca olunabilen ideolojiler nevinden bir ideoloji de değildir. Zira onun insanlığın hangi ana fikrine bağlı olduğunu söylemek hemen hemen imkansızdır. Atatürkçülük idealizm midir, realizm midir, sosyalizm midir, nasyonalizm midir rasyonalizm veya entuisyonizm midir? Hiçbiri değil, hepsidir denilirse, buna gülünür. Zira bu kadar insicamsız bir fikir mecmuasına "ideoloji" adı verilemez.
Atatürkçülüğün, insanlığın şimdiye kadar düşündüğü ve etrafında döndüğü ana fikirlerden hiçbirine benzemeyip yepyeni bir düşünce nizamı olduğu iddia edilecek olursa, bunun malûm fikirlerle karşılaştırılarak ispat edilmesi gerekir.
Biz, bunun da yapılamayacağını sanıyoruz çünkü Atatürk, bir "fikir adamı" değil, bir "hareket adamı" idi. Türkiye'nin tarihinde çok mühim bir rol oynadı. Yaptığı hareketler de, şüphesiz bazı fikirlerden mülhem oldu. Fakat bunlar, şuradan buradan toplanmış şeylerdi. İnsicamlı ve tenkitli bir zihniyetle incelenirse, Atatürk'ün hareketleri ve fikirleri arasında bir sürü “tezatlar" bulunabilir. Bunları tarihi ve ferdi sebeplerle izah mümkündür. Fakat bunlara, toptan bir “ideoloji" nazarıyla bakılamaz. Bu "fikir" denilen şeyin ne olduğunu bilmemek olur. Zaten Atatürkçülüğü "ideoloji"' diye ileri sürenler de mütefekkirler değil, bir kısım gazetecilerdir. Bu gazetecilerin de hareket ve düşünceleri tenkitçi bir gözle tedkik olunursa, hiçbir ana fikre bağlı olmadıkları, tezatlar içinde bocaladıkları görülür."
Mehmet Kaplan, yazısının sonunda da şöyle diyor:
"... Hakiki fikirlerin yerine geçmek isteyen hayallerden kurtulmamız lazımdır. Türkiye'de eğer kuvvetli bir tenkit ve felsefe zihniyeti olsaydı, ikide bir, bu nevi dalaletlere düşülmezdi.” ("Komünizme Karşı Mücadele” Dergisi, 16 haziran 1952)
Mehmet Kaplan’ın bu yazısı karşılıksız bırakılmamıştır. Devrimci Gençlik Dergisi’nde, Varlık dergisi’nde yanıtlar verilmiştir. Cumhuriyet’te, 10 kasım 1952 günü çıkan yazışınca Hasan Ali Yücel, adını anmadan Dr. Mehmet Kaplan'ın eleştirilerini karşılamıştır. Yerim yeterince olsaydı, bu yazıdan geniş alıntılar yapmak isterdim. Yücel, yazısının ikinci paragrafına şöyle girmiş:
“Atatürkçülük, bugün artık maddi varlığı aramızdan tamamiyle göçmüş olan bir milli kahramanın yapıcı ve kurtarıcı vasfına hakim fikirler bütünüdür. Bu sebeple Atatürkçülük denilen fikir bütününü bir "nass” veya bir dini "iman" gibi alıp Atatürk’ün ölümünden sonra meydana çıkmış bir "içtimai hastalık" şeklinde görüp göstermek, hakikate uymayan bir teşhis koymaktır ki, bu, fikir ve ilim doktorluğuna pek de uygun gelecek bir hüküm olmasa gerektir..."
Yücel, Atatürk’ün düşüncelerini açıkladıktan sonra şöyle bitirmiş yazısını:
“Atatürk'e yalnız sevgiden gelen hissi bağlılıklar vardır ve olabilir. Fakat hissin dışında, sade fikir olarak onun düşüncelerinde hakikatler olduğunu samimi surette kabul edenler de vardır. Nitekim onu sevmeyenlerin onda fikir bile bulunamayacağını söyleyecek kadar ileri gittikleri teessüri hallere de tesadüf edilmektedir. Sevmeden gelen taraftarlığı hissi sayıp da sevmemeden gelen aleyhtarlığı ilim şekline sokmak, doğru olur mu? Atatürk, sevilmeye ve sevilmemeye mukavemet edecek kudrette bir fikirdir, bir semboldür. Biz kendimize bakalım. "
“Olur Şey Değil..”, Nadir Nadi'nin yazılarını topladığı yapıtının adı. Kimileyin öyle şeylerle karşılaşıyorum ki, sık sık Nadir Nadi’nin kitabını anma gereğini duyuyorum. Gerçekten olur şey değil. Dileğim Mehmet Kaplan, eski düşüncelerini değiştirmiş, geliştirmiş olsun...