Olur mu Böyle Olur mu?

İzmir'den bir okur “Nâzıma Yurttaşlık Kampanyası” konusuna değinerek, "Dilerim 37 yıllık bir adli haksızlık düzeltilir” diyor; mektubunu şöyle sürdürüyor:
“Ama bugün de, aynı şekilde benzeri bir adli haksızlık yapılıyor. Siz de sık sık bu haksızlığı dile getiriyorsunuz. Ölenlere olduğu kadar, yaşayanlara da haksızlık ve zulüm yapılmaktadır. Ne var ki, Nabi Yağcı ile Nihat Sargın haksızlık ile zulüm ile karşı karşıyadır. Üstelik kendileri geldiler.”
Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) ile belki hiç yüz yüze gelmedim. Konuşmadım. 1970'li yılların başlarında DİSK'e bağlı Basın-İş Sendikası'nın “Basın Sekreteri" olduğunu sanıyorum. Ben de bir sûre, o sendikanın üyesi oldum. Nihat Sargın'ı tanırım. Ama cezaevinde görebilecek denli yakınlığım olmadığı için cezaevinde gidip göremem. Aziz Nesin'le arkadaşlarının, bir bölük aydının İstanbul'da başlattıkları basın toplantısıyla açıkladıkları “Demokrasi İçin Dayanışma Çağrısı”nı, 26 Ocak 1986 günlü Ankara Notları'nda tam metin olarak yayımladım. Bu çağrıyı isteyenlerin imzalamaları için bilgilerine sundum. Anadolu’dan gelen öğretmenler söylediler. "Çağrı" geniş ilgi görmüş…
Yurda kendi ayaklarıyla dönenlerin durumları böyleyken, böyle. Ya yurtdışında ''vatansız'' yaşama zorunda bırakılanlar? Almanya'da Dortmund’tan yazan Ali Dağdeviren, 1970'Ii yıllardan beri Almanya'da eğitim emekçilerini bir araya getirerek, "birlik" oluşturduklarını söylüyor, şöyle diyor:
“12 yıl önce oluşturduğumuz bu birlik başımıza getirmedik dert koymadı. Gericilik yuvası ve bozkurt kampları olarak işleyen sözde Kuran kurslarına karşı çıktığımız için gerici ve faşist odakların hedef tahtası olduk. Bu odaklar bir yandan bizleri ölümle tehdit ederken, diğer yandan gerici MC hükümetlerinin gönderdiği tutucu konsoloslarla elele vererek hakkımızda komplolar hazırladılar.
Sayın Selçuk’un “Düşünüyorum, Öyleyse Vurun” örneği düşünenlere karşı işletilegelen kıyım makinesi, 12 Eylül'le birlikte acımasız dişlerini yağlayarak, kıyımın en acımasızını yaptı, yapmaya devam ediyor. Bu cinayet aracı, yüzlerce insanımızın en doğal haklarına kıydı, kıymaya devam ediyor. Siz doğal haklarına kıyılan bu insanlardan mektup alıyor ve imkânlarınız içerisinde özetleyerek yayımlıyorsunuz. Türkiye geleceğinde bu çabanızın unutulması imkânsızdır. "
Okur uğradığı iftiraları, mahkemelerden nasıl aklanıp çıktığını, ancak yine de yurttaşlığını yitirdiğini anlattıktan sonra şöyle diyor:
“Görüleceği gibi yargı bizi akladı, ama idare üzerimize yığdığı cezayı kaldırmıyor. Babamızdan kalma mallarımıza konan satma yasağı devam ediyor. Sınır kapılarındaki yakalama emri varlığını sürdürüyor. Ve ilgililer demokrasi türküleriyle çağ atlıyorlar (!)...
Kâğıt üzerinde uzaklaştırıldığımız günlerde bile ülkemizden hiçbir zaman uzak olmadık. Kendimizi ülkemizde, ülkemizi de hep yüreğimizde taşıdık ve taşıyoruz. En doğal hakkımızı, en uyduruk yöntemlerle elimizden almaya çalışanlar da bizi ‘vatan haini’ ilan ediyorlar. Halbuki biz ülkenin içinde yaşayanların bilmedikleri bir Özlemle yaşıyoruz dış ülkelerde. Gelmek istiyoruz ama gelemiyoruz. Nasıl gelelim?Çektiğimiz ruhsal ve sinirsel işkence yetti arttı bile bize. Kapalı odalarda gözleri bağlı olarak acımasız işkence cellatlarının eline düşmek istemiyoruz. Kendi isteğiyle ülkesine donen insanların başlarına gelenleri görüyoruz.

Sayın Ekmekçi,
Zorla zorbalıkla insanlar ülkelerinden edilemeyecekleri gibi, baskı ve işkenceyle insanlar düşüncelerinden uzaklaştırılamazlar. Umarız ilgililer daha önce farketsinler bu koca ayıplarını…
Size kaleminize ve Cumhuriyet kadrosuna selam ve sevgiler.”