Ölenlere Yazık Değil mi?

"Çalışanların Ortak Sesi-Demokrasi Platformu" pazartesi-salı günleri yaptığı toplantılarda, İstanbul Gaziosmanpaşa olaylarını görüştü. "Demokrasi Platformu 12 Mart Gaziosmanpaşa Katliamını Lanetliyor"başlıklı şu açıklamayı basına ve televizyonlara duyurdu:
“Yıllardır her türlü terör, egemen güçlerin baskı ve sömürülerinin devamını ve gizlenmesini sağlamak için kullanılmaktadır. 12 Mart 1995 günü Gaziosmanpaşa 'da yeni bir Sivas katliamı yaşanmış ve süregelmekte olan terör ve faili meçhul cinayetler serisine bir yenisi daha eklenmiştir.
İçsavaş tahriki olarak gördüğümüz bu saldırı, demokratikleşme önlemlerinin hayata geçmesi, 700 bin işçinin toplusözleşme görüşmelerinin yapılması, kamu çalışanlarının sendikal haklarının tartışılması ve genişletilmesi sürecini engellemeyi ve demokrasi dışı müdahalelere ortam hazırlamayı amaçlamaktadır.
Bu süreci engellemeye çalışanlar, Türkiye 'de gelişmekte olan demokratikleşme hareketim baskı altında tutmayı amaçlamışlardır.
Saldırganlar, çoğunlukla Alevi yurttaşlarımızın bulunduğu kahvehane ve pastaneleri tarayarak masum halkı katletmişlerdir. Güvenlik güçleri katliama seyirci kalmış, bu tutum doğal olarak halkta tepki uyandırmıştır.
Bu tepkiler yoğun acıların ürünüdür, ancak tam da saldırganların istediği ortama katkı sunma tehlikesini de taşımaktadır.
Bu nedenle Demokrasi Platformu, halkı uyanıklığa, serinkanlılığa ve geleneksel kardeşlik duygularını canlı tutmaya davet etmektedir.
Olayları sağduyu ve hoşgörü ile karşılamayarak daha da tırmandıran ve yeni ölümlerin, yaralanmaların ve baskıların sorumlusu olan güvenlik görevlilerini kınıyor, yasal yetkilerini aşan güvenlik güçlerinin bu tutumlarıyla suç işlediklerini anımsatıyor, uygulamaları ile yeni olaylara neden olmamalarını ve polisin demokratikleşmesini istiyoruz.
Ülkede halkın güvenliğini sağlamaktan birinci derecede sorumlu İçişleri Bakanı'dır. Bu nedenle, bu katliam ve sonrasındaki ölümle sonuçlanan olayları değerlendirmedeki ve olaylara müdahaledeki yanlı ve yanlış tutumu karşısında kendisini derhal istifaya davet ediyoruz.
İnsan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olabilmenin birinci koşulu, halkın can güvenliğini sağlamak ve ülkede iç barışı korumaktır. Bu nedenle olayın yaratıcısı olan örgüt, birey ve görevlilerin tez elden saptanmasını sağlayacak ciddi bir soruşturmanın başlatılması ve bu tür olayların asıl kışkırtıcısı olarak gördüğümüz ve devletin içine yuvalanmış bazı kararılık güçlerin ortaya çıkarılmasını ve bunlardan hesap sorulmasını;
Ayrıca, evlerde operasyonların durdurulmasını, normal yaşama dönülmesi için sokağa çıkma yasağının kaldırılmasını, halkın beslenme ve sağlık gereksinmelerinin karşılanmasını, gerçek ölü ve yaralı sayısının açıklanmasını istiyoruz."
Açıklama buydu. Sabahın saat 10'unda toplanıp, basına yapılacak açıklamaya son biçimi verilmiş, saat 11.00'de de Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) binasının beşinci katında, açıklamayı bekleyen basın ile TV muhabirlerine okunmuştu, Açıklamayı TMMOB Başkanı Yavuz Önen okudu.
Yavuz Önen'in sağında Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, solunda ÇGD adına ben, benim yanımda da Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin, Prof. Alpaslan Işıklı, katılabilen başkanlar vardık. Önce gazetecilerden sorular geldi:
Su açıklamadan başka eyleminiz var mı? Başbakanlık'a siyah çelenk koyacaktınız, ne oldu?
Çelenk konusunu şimdi aşağıya inip değerlendireceğiz, yanıtını verdi Yavuz önen. Büyük salon, gazetecilerden başka bir gün önce olduğu gibi, Demokrasi Platformu üyesi olmayan, çeşitli kuruluşların temsilcilerince doldurulmuştu. Biri:
Siz eylem filan yapmıyorsunuz, satışa getiriyorsunuz! dedi. Yavuz Önen karşılık verdi ona:
Kimseyi satışa getirmiyorduk, ama kimseyi kışkırtmak da istemiyorduk...
Bir başkası:
Ben gidiyorum! diyordu, sokağa gidiyordu!
Sokağa gitmek isteyene ne diyebilirdik ki?
Sokağa dökülmeyi bekleyen kalabalıklar, Demokrasi Platformu'ndan beklediğini bulamamış gibiydi. Arkadaşların kimi iki gün süren toplantıların tümüne katılmamışlar mıydı?
Katılanları, belleğimde kaldığınca, söyle sayabilirim:
Bayram Meral (Türk-İş Başkanı), İbrahim Şahin(DİSK Bölge Temsilcisi), Yıldırım Kaya (Kamu Çalışanlan Konfederasyonlaşma Kurulu). Gündüzki toplantıya Yıldırım Kaya katılmışken, akşamüstü Eğitim-Sen'den Ayhan Sarıhan katıldı: TMMOB'den Yavuz Önen (Başkan), Hasan Metin (T. Veteriner Hekimleri Birliği Başkanı), Alpaslan Işıklı (Öğretim Üyeleri Derneği), Şenal Saruhan (Çağdaş Hukukçular Derneği), Mustata Ekmekçi (Çağdaş Gazeteciler Derneği), ÇGD adına geç vakit Ali Tartanoğlu da katıldı. İbrahim Yetkin (T. Ziraatçılar Derneği), Rıza Ilıman (Halkevleri Genel Yazmanı), Demokrasi Platformu'nun üyelerinden Akın Birdal (İHD Başkanı), ilk gün katıldı, ikinci gün duruşması olduğu için katılmadı. Türk Tabibleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türkiye Mali Müşavirler Birliği (TÜRMOB) sürekli katılırlarken, bu toplantılara gelememişlerdi. Bu arada Pirsultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Murtaza Demir ile Hacıbektaş Veli Derneği Genel Başkan Yardımcısı Ali Doğan, konuk olarak toplantıya katılmayı istemişlerdi, katıldılar.
Gerçekte, 14 kuruluştan oluşan “Çalışanların Sesi-Demokrasi Platformu", 1993 Ekimi sonunda kuruldu. Önemli olaylarda, görüşlerini açıkladı, sesini duyurmaya çalıştı.
Yukandaki toplantıdan, açıklamalardan sonra, Başbakanlık’a ‘siyah çelenk’konup konmaması konusunda tartıştık aşağıda. Siyah çelenk hazırdı, gözümüze bakıyordu. Ben, çelenk konmasına da karşıydım. Açıklama, söz yetmiyor muydu? O sırada birşey oldu: Kapı önünde bekleşen polis şeflerinden biri, Emniyet Müdür Yardımcısı, Bayram Meral’le görüşmek istemişti. Tartışma sırasında Bayram Meral dışarı çıktı, geldi. Bayram Meral:
Biz Başbakanlık’a siyah çelenk koyacağız, arkadaşlar öyle istiyor! deyince, polis şefi:
Çelengi koyun, bir engel çıkartmayacak, yanıtını vermiş. “Yalnız”, demiş, “kalabalıklarla yürümeyin, yalnız başkanlar gitsin!"
Hemen çelengi alıp çıktık, Başbakanlık’a koyduk kara çelengi. Çelengi koymasak, basında belki açıklamamız da çıkmayacaktı. Bizden sonra Kızılay'da olaylar oldu. Su sıkmalar, coplar çalıştı. Söz havada mı kalmıştı? Ölenlere, eziyet görenlere yazık değil miydi?