Ozan Ali Yüce, Doktor Şinasi'ye gönderdiği yılbaşı kartına bir de şiirini eklemiş. “Reçetesi Verildi'' başlıklı şiir, Ali Yüce’nin henüz yayımlanmamış “Hastanelik Hastane" adlı gülmece şiirinden iki parça, şöyle:
“Enseye günde bir tokat/Kalçaya günaşırı bir tekme/Avrupa'sı yoksa eğer/Yerlisini vurdur Yusuf/Olur etendim öhhü
Her sabah aç karna/Bir bardak yalan iç Yusuf/Öğleye bir kaşık eşitlik/Akşama bir çuval palavra/Üstüne bir bardak demokrasi/Bir şeyin kalmaz Yusuf/Sağol efendim öhhü"
Şiirde, yazıda gülümsemek, gülümsetmek ne güzel bir şey. İnsana yaşama sevinci veriyor.
Doktor Şinasi, cumartesi arkadaşlarımızdan. Cumartesi yemeklerinin kasım ayında yirmi yılı doldu. O gün bugündür tek satır yazmaya elim değmedi. Profesör Kaya:
Ne zaman yazacaksın? İlle içimizden birimizin ölmesi mi gerek yazman için! diye takılıyordu. Yirmi yıllık cumartesi masasından şimdiye dek üç kişi ölmüştü. Beybaba (Ceyhun Atuf Kansu), halaoğlu (Erdoğan Erman), bir de Profesör Necdet Özdemir. Hafta başında pazartesi günü, Necdet'in ölüm yıldönümüydü. Bu cumartesi arkadaşlar, onun için toplanacaklar. Ben olmayacağım. Gebze'de. Nevzat Helvacı, savunman Turgut Kazan'la birlikte “İnsan Hakları" konulu bir toplantıya katılacağım. Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün düzenlediği imza gününe de katılacağım. Aynı gün İzmit'te de imza günü var; orada Bekir Yıldız Osman Şahin, Öner Yağcı kitaplarını imzalayacaklar.
Ölenler yaşamayı sevmiyorlar mıydı sanırsınız? Öyle yaşam doludurlar ki. öylesine delisidirler ki, anlatılamaz. “Halaoğlu" Erdoğan Erman, yaşama tutkusuyla doludur. Uzun yaşayabilmek için, biraz daha yaşayabilmek için sigarayı azaltmıştır. Sigara paketi taşımaz. Günün belli saatlerinde, belli arkadaşlarına uğrar. Sigara içmeyenlere dünyada uğramaz. Nasıl olsa orada bir sigara içecektir. Oradan bir başka arkadaşına uğrar beş dakika; orada da bir sigara molası! İnsanları yaşama bağlayan sigara içip içmemeleri değil, mutlu olmaları. İnsanlara dünyayı zindan etmemeye bakmalı, gerisi öhhü!
Cezaevlerinde, özellikle Diyarbakır Cezaevi'nde tutuktular, hükümlüler, yakınlarıyla, ana dillerinde konuşamıyorlarmış. Daha önce verilen çevirmen de verilmiyormuş. Nasıl anlaşacaklar bu insanlar? Türkiye'de yaşayanlara. Türkçeyi öğretmeyenler, onları bilgisiz bir başlarına bırakanlar, bir de eziyet ediyorlar. Buna kimsenin hakkı olamaz. Kenan Bey, Doğu illerinde dolaşırken, okul isteyen köylülere "Öğretmen yok, öğretmen bulamıyoruz" diyordu, "Yoksa okul sorun değil" demeye getiriyordu. "Köy Enstitüleri kapandıktan sonra böyle oldu!" diyemiyor. Daha önce de kaç kez yazdım, Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, Doğu'da, Güneydoğuda okuma yazma bilmeyen kalmadığı gibi Türkçe konuşmayan da kalmayacaktı! Tek tip giysi olayına da. Adalet Bakanlığı yönetmeliği değiştirerek bir son vermeli artık. Mamak'ta gördüm; tutuklu sanıklar, tek tip giysi, tutuksuzlar, kendi giysileri içindeydiler. Geçenlerde İnsan Hakları Derneği'nde, SHP’li milletvekilleriyle görüşen tutuklu annelerinden biri şöyle dedi:
Biz çocuklarımızı giydiririz, çocuklarımızın giyimini bize bıraksınlar!
İnsanın giysisi de kişiliğini belirler. Eski bir ceketimiz bize, en yakın
tanıdık gelir. Beyanmış Amerikan bezinden yapılmış tek tip giysiler, tutukluların kişiliklerini eziyor besbelli. O giysilerle yargıç karşısına çıkanlara bakarak yargıçlar neden yetkililere "Sanıkları neden bu giysilerle getiriyorsunuz karşımıza?" demiyorlar hiç anlayamıyorum. “Yanlış hesap Bağdat'tan döner" ya, bu da öyle; düzeltilsin yanlışlıklar...
3 Şubat 1988, Cumhuriyet