Öğretmen Gününde Kıyım...

Mustafa Kemal, öğretmenlere nasıl saygılıdır, tanımlanamaz. O'nun 22 Ekim 1922 günü, Bursa'da “Şark Tiyatrosu"nda kendini görmeye gelen İstanbul ve Bursa öğretmenlerine yaptığı konuşmayı okudum. Bazı sözcüklerin Türkçelerini ayraç arasına alarak, konuşmanın girişini vermek istiyorum. Şöyle diyor Mustafa Kemal:
”Hanımlar, Beyler
İstanbul'dan geliyorsunuz. Safa geldiniz. İstanbul'un Nur Ocaklarını temsil eden heyeti aliyeniz (yüce topluluğunuz) karşısında duyduğum zevk bipayan (sonsuzdur). Kalplerimizdeki hissiyatı (duyguları) dimağlarınızdaki fikirleri doğrudan doğruya gözlerinizde ve alınlarınızda okumak fevkalâde (olağanüstü) mucibi mazhariyettir (mutluluk nedenidir). Bu dakika muvacehenizde (karşınızda) duyduğum en samimi hissi (duyguyu) müsadenizle söyleyeyim: İsterdim ki çocuk olayım, genç olayım ve sizin nur saçan dairei tedrisinizde (derslerinizde) bulunayım. Sizden feyiz alayım (yararlanayım), siz beni yetiştiresiniz. O zaman milletim (ulusum) için, daha nafi (yararlı), çok nafi olurdum; fakat maalesef (yazık ki) gayrıkabüli istihsal (olanaksız) bir arzu (istek-dilek) karşısında bulunuyoruz. Bu arzumun yerine başka bir talepte (istekte) bulunacağım: Bugünün evlatlarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete nafi uzuvlar (varlıklar) yapınız. Bunu sizden talep ve rica ediyorum...
Muallim hanımlar, muallim beyler, ihtimal ki (olası ki) muallime demediğim için beni tahtie ediyorsunuz (yanlış söylediğimi sanıyorsunuz). Hem lisanımızda (dilimizde) “tai te'nin" ki (dişilik ekini) kullanmak zaruretinde (zorunda) olmadığımızı zannediyorum. Evet, muallim hanımlar ve muallim beyler..."
Böyle sürüp gidiyor konuşma... Çizmesinin tozuyla Mustafa Kemal, bayan ve bay öğretmenlerin karşısında, çocuk olmak istiyor, genç olmak istiyor. Ne yazık ki, buna olanak yok. O zaman, öğretmenlerden, bu yurdun çocuklarını yetiştirmelerini istiyor. Bayan öğretmen anlamına kullanılan "muallime" sözcüğü yerine. “muallim hanım” diyor. Türk dilini özleştirmenin büyük ustası Mustafa Kemal, “bayan öğretmen" sözcüğüne doğru ilk adımı atıyor.
Köylüyü eğitme, köy enstitüleri düşüncesi Mustafa Kemal’de, taa 1920’li yıllarda başlar. Daha Cumhuriyet’in ilanından önce, 1 Mart 1923’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açarken yaptığı konuşmada, yatılı ilkokullar konusuna değinir. Şöyle der konuşmasının bir yerinde:
“Efendiler,
İptidai tahsilin (ilköğretimin) muhtaç olduğu müessesattan (kurumlardan) biri de, leyli iptidai mekteplerdir (yatılı ilkokullardır). Hükümetin son zamanlardaki tetkikat (incelemeleri) ve mü- şahedatı (gözlemleri) her tarafta leyli iptidailere (yatılı ilkokullara) karşı umumi (genel) bir temayül (eğilim) hasıl olduğunu göstermiştir. Birkaç vilayetin küçük yavrularını bir yere toplamanın vahdeti terbiye (eğitim birliği), yurt sevgisi ve kardeşlik üzerinde icra edeceği (yaratacağı) tesir (etki) meydandadır..."
Sonradan “bölge okulları" adıyla açılacak bu okullar, köy enstitülerinin de başlangıcı olmuştur kanımca. Yarım kalmıştır o başka...
Bir önemli şeyi daha belirtmeliyim: Köy enstitüleri, kapatılmasaydı, özellikle doğuda, güneydoğuda da ayrılıkçılık, bölgecilik de kalmazdı. Bunu, giderek daha iyi anlıyorum...
"Öğretmen günleri" kutlarız da, ona gereken önemi verir, gereken sevgiyi gösterir miyiz? Kuşkulu bu. Lafla kalır diyeceğim...
Birkaç kez değindim, yine değineceğim, “rehber öğretmenler”in başlarına gelenleri sergileyeceğim. Bu kıyım, yalnız Ankara'da da değil, İstanbul, İzmir'de de var. Bu kıyımlar sezdiğim kadarıyla, "siyasal” nitelikli görünüyor. Eski adları ile “eğitim uzman yardımcıları”, yeni adlarıyla “rehber öğretmenler" bulundukları okullardan çok daha uzak, çok daha hizmetin gerektirdiği olanaklardan yoksun okullara verilerek, “burunları sürtülmek” isteniyor. Hem de hiçbir gerekçe göstermeden. Sezdiğim kadarıyla bu öğretmenlerin yerlerine, belki yeni yandaşlar yerleştirilecek.
Bu öğretmenlerin sürgünüyle, öğretmenlerin yıllardır okullarında kurdukları, öğretmen, öğrenci, veli ilişkisi kırılmış olmakta. Eğitim öğretim yılı başlayalı üç ay oldu. Konunun gerektirdiği toplantılar, planlar, programlar yapıldı, öğretmen öğrencileriyle ilişkilere geçti, çalışmalar başladı. Hiç yoktan ve gereksiz, Ankara’daki sayıları seksene yakın, uzman yardımcısının görev yerleri değiştirilip, oturdukları yerlerden çok uzaklara verilirlerse, bu doğru mudur?
Eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam döneminde hazırlanan, şimdi de yürürlükte bulunan “okul rehberlik hizmetleri yönergesi”ne de zıt bu sürgünler. Dördüncü madde şöyle:
“Rehberlik hizmetlerinin yaygınlaştırılmasında aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur: a-Uygulama büyük okullardan küçük okullara doğru genişletilir, b- Hizmetler ortaöğretim okulları ve ilköğretim okullarının ikinci kademesinden ilkokullara ve yaygın eğitim okullarına doğru yaygınlaştırılır, c- Uygulamaya her yönden hazır okullara öncelik verilir, d- Hizmetler bu plan çerçevesinde ve yapılacak araştırma sonuçlarına uygun olarak genişletilir..."
Şimdi, sürgünler büyük, kalabalık okullardan genellikle az öğrencili gecekondu bölgesi okullarına yapılmakta. Yönergeye tamı tamına zıt uygulama buna derler. Konunun üzerinde duracağım daha, arkasını bırakmayacağım.