Geçen hafta başında, pazartesiyi salıya bağlayan akşam, ODTÜ kapısında olan olaylar uslara durgunluk verecek nitelikteydi. İki otobüs dolusu ODTÜ öğrencisi, jandarmalarla çevrilmiş durumda bekliyordu. Olay, basına yansıdı. Gazeteciler, olay yerindeydiler. Daha önce yazdığım gibi olay, SHP İçel Milletvekili Fikri Sağlar'ın çabaları, İl Jandarma Komutanı Albay Cahit Balcı’nın sabırlı, soğukkanlı tutumu sonucu, kansız çözümlendi. 7 haziran günlü Hürriyet, "ODTÜ’de sağduyu galip” başlığını attı. 150 öğrenciden DGM’ye verilen 8 öğrenci salıverilmişlerdi.
Olay yerine, İnsan Haklan Derneği Genel Sekreteri Akın Birdal'ın arabasıyla İHD Ankara Şube Başkanı Muzaffer İlhan Erdost'la birlikte gitmiştik. Gazeteciler, kapıda olay yerindeydiler. En kalabalık gazeteci topluluğu Cumhuriyet’tendi. Turan Yılmaz, Tayfun Gönüllü, Tuncay Özkan, Barış Bil, foto muhabiri Rıza Ezer’le olayı izliyordu. Az sonra Cumhuriyet'in Ankara İstihbarat Şefi Faruk Bildirici de geldi. Otobüslerdeki öğrenciler, basının sorunlarıyla ilgilenmiş olmasından dolayı sevinçliydiler. Süngüler altında bekleşiyorlardı. Sinirler gergin mi gergin. Bir küçük kıvılcım, her şeyi yok edebilir. Olayın nasıl olduğunu, nasıl geliştiğini gazetecilerden öğreniyoruz. Kız - erkek öğrenciler, otobüslerle tıklım tıklım, her çeşit gereksinimlerini yerine getirme olanağı bulmaksızın bekleşiyorlar. İstenen, yemekhanedeki olay sırasında, fotoğraf çeken bir jandarmaya erik, yeni dünya, çatal attıktan ileri sürülen sekiz - on öğrencinin arabadan indirilerek, jandarmaya teslim edilmesi, öğrenciler, arkadaşlarını vermek istemiyorlar, şöyle diyorlar:
Jandarma arkadaşlarımızı, emniyete teslim ediyor, orada “DAL” bölümünde, sorguya çekiliyorlar. İşkence görüyorlar. Bunları yaşadık biz, arkadaşlarımızı vermeyiz. Biz de gideriz!
İl Jandarma Komutanı, Albay Cahit Balcı olay yerinde. Gençlere:
Size asker sözü veriyorum, arkadaşlarınız burada, jandarmada ifadeleri alındıktan sonra evlerine gönderilecekler; sabah da DGM’ye yollayacağım onları diyor.
DGM Sacı Yardımcısı Yüzbaşı Ülkü Coşkun da olay yerine gelmiş, ancak doğruca içerideki karakol binasına geçerek, olayları oradan izliyor. Ülkü Coşkun sinirli, sabırsız. “Sekiz - on kişi değil, hepsini isterim" diyor, başka bir şey demiyor..
Olay bittikten, kansız sonuçlandıktan sonra, olayı yakından yaşayan, İHD Genel Sekreteri Akın Birdal'dan olup bitenleri değerlendirmesini istiyonım. Şöyle diyor Akın Birdal:
İzin verirseniz, o gecenin bana neler düşündürdüğünü anlatayım önce. O gün, kamu görevlilerinin devletten, demokrasiden, insan haklarından ne anladıklarını ürpererek gördüm. Bir savcının, bir yarbayın, bir başçavuşun kendilerini nasıl devlet yerine koyduklarına tanık oldum, Cumhurbaşkanı, bir askeri sayrıevini inceleme gezisinde, "önce asker, sonra doktor" demişti. Demokratik bir hukuk devletinde insanın mı yoksa devletin mi önce geldiğinin ve o devletin niteliğinin belki en çarpıcı anlatımıydı bu. Gördüklerim, dinlediklerim, anımsadıklarım bir film şeridi gibi geçiyordu düşüncelerimde...
Üniversitenin içindeki jandarma karakolunun komutan odasındaydık. Bir milletvekili (Fikri Sağlar), bir Savcı Yardımcısı Yzb. (Ülkü Coşkun), bir yarbay (Hüseyin Yılmaz) ile birlikte. Yasamanın, yargının, yürütmenin temsilcileriyle birlikte. Beni de nasıl alırsanız, ister bir yurttaş, ister bir gözlemci... Ama bu tablo, devletin bir minyatürüydü. Dışarıda, otobüsün çevresinde de bekleşen aileler...
Savcı Yardımcısı (Ülkü Coşkun), milletvekiline (Fikri Sağlar'a):
Öldürürüz beyefendi, üç kişi, beş kişi, gerekirse on kişi öldürürüz. Ben bunun hesabını vermeye hazırım deyişi kulaklarımda çınlıyor. Milletvekili Fikri Sağlar da:
Elbette verirsiniz, siz de hesap vereceksiniz! diye yanıtlıyor.
Yurtdışına iş için götürülen ve çarpılan işçilerimizin öyküsünü anlatan “Otobüs” filmini anımsadım. Yurtdışında yaban elde otobüs dışına çıkamayan umarsız emekçileri... Şimdi öğrenciler, dokuz saat otobüsün içinde, kendi ülkelerinde, okullarının bahçesinde umarsız bir bekleyişte... Dayanışma içinde. Nedir sorun? Kız - erkek öğrencilerin kantinleri ayrılıyor; öğrencilerin belli bir saatten sonra yurt girişleri yasaklanıyor. Yurt temizliklerinin öğrencilerin kendilerince yapılması isteniyor. Bu ilkelliğe karşı çıkan öğrenciler de öğrencilerin anlatımına göre jandarma giysileriyle polisler kantinde, öğrencilerin fotoğraflarını çekiyor! Ve öğrencilerin buna tepkisi; olay bu. Bütün kızılca kıyamet bundan kopuyor.
Geceyarısı gittiğimizde otobüsler içinde bekleşen öğrenciler yalnızdı. Filmdeki işçiler gibi cezaevlerindeki tutuklular, hükümlüler gibi gözetim altında bulunanlar gibi... Yalnızca kendileri ve aileleri... O gece yalnız olan sadece öğrenciler değildi. Fikri Sağlar, Rıza Ilıman, Mustafa Kul da yalnızdı. Muzaffer İlhan Erdost’la biz de yalnızdık. Yalnızlık duygumuzu gideren bir direniş ortamında dört - beş kişi oluşumuz.
Kuşatılmışız. Eli silahlı, emekçi insanların çocukları, askerlerce kuşatılmışız. Savcı yardımcısı kuşatmış, yasalar kuşatmış, yalnızlık kuşatmış, gecenin karanlığı kuşatmış, korku kuşatmış... Keşke sanatçı, yazar, yönetmen arkadaşlar olsaydı da o geceyi yapıtlarıyla yansıtabilselerdi.
19 Haziran 1989, Cumhuriyet