Özeleştiri Olanağı da Yok..
ODTÜ’lü öğrencilerin serüvenleri gerçekte, Türkiye'de tüm üniversiteli öğrencilerin serüveniydi. Ne istiyorlardı öğrenciler? “Yurtlarda faşist baskılar kalksın" diyorlardı. 12 Eylül kalıntısı yurt yönetmeliği değiştirilmeliydi. Yurtlar yönetmeliği dışında bir de "Oda sorumluluğu yönergesi" vardı ki ilginç hükümler vardı. Yönergenin ilk maddesi şöyleydi: “Bu yönerge 25 Aralık 1980 gününden beri uygulanmakta olan oda sorumluluğu esaslarının belirlenmesi, uygulamada birliğin sağlanması amacıyla hazırlanmıştır". Yönergenin birkaç maddesini sıralayayım:
Oda sorumlusu odaya girmek isteyen yabancılardan kimlik sormaya, bunların geliş amaçlarını araştırmaya, ilgisiz kişilerin odaya girmesine izin vermemeye yetkilidir. {Madde: 5.i)
Oda sorumlusunun görevleri: Oda içinde yönetmelik ve yasaklara uyulmasını izlemek ve yönetime bildirmek (odada elektrikli ısıtıcı alet bulunduğunda oda sorumlusu da sorumlu tutulur) (5.A)”
Yurtlar Müdürü Bayan Rafiye Karakan’ın 4 Kasım 1988'de “Öğrencilerimize” başlığıyla yayımladığı bir bildiride, ilginç maddeler sürüyor. İşte birkaçı:
Öğrenci yoklamaları her sabah saat 07.30'da yapılır. Yataklarda yapılan kontrollarda bulunmayan öğrencilerin durumu yönetimce araştırılır...
Sabah yoklama saatinden önce yurttan ayrılan öğrenciler isimlerini danışma görevlisine yazdırmalıdırlar. Aksi halde yoklamada bulunmayacaklarından mağdur olabilirler.
Her öğrenci kayıtlı olduğu yurt-oda ve yatakta yatmak zorundadır.
Yurda her girişte görevlilerin uyarmalarına gerek kalmadan yurt giriş kartı gösterilmesi zorunludur.
Üniversitemiz kampusunun ağaçlık bölgelerine girmek ve saat 20.00'den sonra yurtlar bölgesi dışında dolaşmak güvenlik makamlarınca yasaklanmıştır. Bu yasağa uymayanlar hakkında yönetimce koğuşturma yapılacaktır..."
Bir gün, yurda bir hemşerisi, öğrenciyi görmeye gelmişti; haber verdiler, aşağıya indi. O ininceye dek, geleni polisin götürdüğünü öğrendi!..
Bir öğrenci, toplantıda Rektör Ömer Saatçioğlu'na sormuştu:
ODTÜ'de polis var mı?
Yoktur! demedi Rektör Saatçioğlu, diyemedi...
Jandarmanın burada işi ne? diye sorulduğundaysa Rektör, “Kendi kızının bisikletinin çalındığını", söyleyerek yanıtlamaya çalıştı. "Güvenlik görevlileri olmasa kim bilir, daha neler çalınır?" mı demek istiyordu rektör?
Rektör Saatçioğlu, yayımladığı açıklamalarda, kendisinin diyalog istediği, öğrencilerin istemediği havasını mı vermeye çalışıyordu? Buna karşılık, öğrencilerin Demeği, "ODTÜ-ÖD"ün tüzüğünde yer alan, "ODTÜ-ÖD, ODTÜ çalışanlarıyla iyi ilişkiler kurar" maddesini, tüzükten çıkarttı...
Örgütlenme günümüzde çağdaşlığın ölçütüydü; İsveç’te 8 milyon nüfus varken, her birey iki, üç, hatta dört derneğe üye olabiliyordu. Dernek üyelerinin sayısına bakanlar, İsveç'in nüfusunun 30-40 milyon olduğunu sanırdı; öğrenciler, örgütlenmek, kendi kendilerini yönetmek isteğinde haklıydılar. "Biz, suçlu değil, öğrencileriz!” diyorlardı. Öğrencilerin tek korkusu, bir "gizli örgüt” kurulduğu ya da kurdurulduğu havasının verilmek istenmesiydi. Bu, Türkiye’de görülmemiş şey değildi; bilinmeyen şey değildi bu yöntemler.
ODTÜ’de 5 haziran günü öğleyin, yemekhanedeki olaylarda, kimi öğrencilerin heyecanlı oldukları kuşkusuzdu. Fotoğraf çeken jandarmaya maltaeriği atmaları yanlıştı kanımca. Onu, jandarma giysileri içinde bir sivil polis sanıyorlar. Belki öyledir de ne bileyim? Ne olursa olsun, ister bir jandarma, ister bir polis, ister oradaki bir görevli, onları bir çeşit küçük görmeye kimsenin hakkı yok! Bu eleştirilerimi konuştuğum öğrencilere de söyledim. Bu heyecanlı çıkışlar soğukkanlı olanlarca önlenmeye çalışılmış. O konuda bir öğrenci şöyle dedi:
O sırada bir “dinci" arkadaş, yere bardak attı, bardak kırıldı. Yere atıyor ki gürültü çıksın. Bizim "gerici" diye nitelendirdiğimiz, türden bir arkadaştı.
ODTÜ’de ne kadar “dinci" var? Yani Süleymancısı, Nurcusu, Nakşibendisi filan?
ODTÜ'de bir cami var, bir de mescit, ikisi de doluyor. Bir sayı vermek zor. Ama hareketli bir güç olmamalarına karşılık, sayısal olarak fazlalar.
Öğrenciler, olayları yatıştırmaya gelen SHP milletvekillerinden Fuat Atalay'a başlangıçta iyi davranmadıklarını da eleştiriyorlar. Bir özeleştiri yaptıklarında sağlıklı sonuçlara varıyorlar...
2 Temmuz 1989, Cumhuriyet